30 Aralık 2012 Pazar

Ateh Ahvali

Parfois la vie change en un claquement de doigts.

Ananın kucağından vazgeçmek zor
Bağırmaya haddini bildirmeli yeryüzünde
aydınlatmalı geceyi kör saatlerde
saliseyle

Kimse dünyaya yanlışlar yapmaya gelmedi ya. Doğru bildiğimi yaşıyorum. Kimi kör boşluğuna yuvarlanarak hataların, kimi gururlanarak. Gidişatı izlemek zor. Hayat kendini göstermeye karar verdiğinde çok geç olabiliyor bazen ya da tanışmak için fazla erken. Kim bilir? Bazı bazı düşünüyorum, neresindeyim var olmanın ve yokluğum nerde başlıyor. Birinin hayatından eksilirken kendimden de kaybediyorum gıdım gıdım. Biri benden azalırkense mezara giriyorum. Sonra yeniden doğuşlar. La circulation. Tout simplement. Mağara adamcılığı oynuyorum, beni böyle kabullenin. Yere yatırdı. Uzun uzadıya kasıklarıma, korku damarlarıma bastı. Kurgusal metinlerde yaşamak var, konuşma çizgileriyle ve noktalama işaretleriyle anlaşabilmek. Yazıl yazılabildiğince, uzat gittiği kadar. İsteyen okusun, atlasın sıkılan ama çıksın içimden. En azından elin ağzından çıkana bakmak bu kadar zor gelmesin. Düşündürmesin. Yabancılaşmak olmasın ismi tanımsızlığın. Kırmızı başlıklı kız olmak böyle bir şey. Şizofrenliğe terfi etmedikçe işim güç. Hayırlısı.

sön gözümün karanlığına
    ki alev yaransın zerdüşt mağarasına

Hava soğuk, üzerime uygulanan basınç yaş değiştirdi. Akşam erken indi ellerime. Derim buruşmaya yüz tuttu, dudaklarım morardı ve üstelik benzim mütemadiyen soluk. Sağ elimin işaret parmağındaki lekeyi tanımaz herkes. Pembedir, üşüyünce menekşeye durur. Neyse yine çiçekgillerden nasibini alıyor vücudum. Koparmayın beni. Canım yanıyor.

Çingene köksüzlüğü saçımdaki çiçek
varlığında büyür
değerlenir yokluğunda

Üst üste üç beş sokak kat ettim evvelsi gün. Sokak lambaları durduğu yerde; kediler kaçmış. İnsanlar camlarından atlamaya meyilli. Ateh ahvalleri aydınlıktan ahirete ayçıl alev aranmakta. Limon ağacının vahim ve vahip güzelliğine doymamaya alışmalı zira geçim derdi sardı mı başı, başka her şey toprağa karışıyor.

Aimes-moi. Cap ou pas cap?
c'est bizarre la vie, hein?

9 Aralık 2012 Pazar

Kış Güneşi

Gözlerin okyanusa açılıyor ki ne zaman
sallandırsam kendimi kirpiklerinin arasından
sevici kuş tutup bizi gökyüzüyle birleştiriyor.

Sonra pencere oluyorum
kolay iş değil yolunu gözlerken içerdeki kargaşadan
korumak kendimi ve sularını denizinin.

(Erotik şiirlerin suyu çıksın
güneşi seninle ısıtmak verken)

Gece uçarken gözlerinin üzerinden
yakomazlar çizerek yıldız gölgesine
Sabah ellerinde başlıyor
sıcağına adının harflerini tek tek kazıyorum

19 Kasım 2012 Pazartesi

Ebabil Zamanı

Sözcüğün konusu intihar
Her doluşta boşalmaya yol alıyor
    bardağın derin susuzluğu

Ağızlar dolusu martı
Bir avuç taş ölüsü
Kurtarılmış güneşlerin yüzünde yırtılan perdeler
Kim bilirdi sessizliğin geceyi getirdiğini

Uç adada beri toprak
Ebabil zamanını esas alınız
Zira düş bölücülüğü fısıldamaz yağmur bütünlüğünce

Acı hoşaf kefenini soldurmakta
Amacı ziyade sonsuza ulaşmaktır
   dağ eteğinin.

15 Kasım 2012 Perşembe

Sesine

Dans edelim

Savaş bitmez ne yapsak başka türlü hayatların yıkıntısı ağrılar
Gece gündüz perişan haline dünyanın
atsan atılmaz, elde yok, satsan satılmaz

Bir kedi mırıltısı kadar yumuşaktır hikayem
dinlemek istemez yıldız biz müziğe doymamışsak
Kurtarmak isteyince evrenin karanlığını düştüğü rüya boşluğundan:
                                                                            Dans edelim
Nasılsa kumarı hayatın kaybedilmez kollarındaysam
           düştüğü yeri yakacak gözlerimiz içimizde güvercinler havalanırken
           Adıyaman'a gideceğiz:
hakka giden yol bizden geçer merkezinde camisi

Tabaklar dolusu ödağacı toplamış da sesleniyor gibi gölgesinden
Titrek nefesin uydusuz yordamı gibi ısınmış ve masum
Körelmiş saatlerin serazat çığlığıyla vahşileşmiş ve dolgun
Fırtınanın kadını olayım
Dans edelim.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Duru

Yani bulut mevsimidir
Kalp kapandı
Işık yeter mi aydınlığa?
Alev alev alev alev
Isınıyorum.

28 Ekim 2012 Pazar

Marco Polo

Yanlış yere vardın Marco Polo
Çapkın orda sevinçler.
Bir o yana bir bu yana sallanan gemidir
okyanusun karnında sürüklenen
doğumlarla beraber yaşar.

Seni gidi sevdiğimin can dostu
Anlaşılmaz eskizleri dünyanın
sokaklara döner
haritası çizdikçe kendini
 kutupları hedef alarak.

Tutup kafatasından olup olmamış
kıtaları buldurur güneşi izleyen adaların
münhasır kokusu ki tenini kaybetmiş
üçbeş yaşam alanı toplasan
Kuyusunu kazdırırken hoşafını hazırlar
örtülü perdelerin gölgesiz karunu

Gözüne düştüğümün tarih adamı
Yine vurdun yelkeninden en olmadık zamanda
en olmadık yerdeki kuş yuvasını

Marco
diyelim dilsizsin demeye ne hacet
gösteri fantezisi sularının mahzeni
üşenmeyip dikmen gerek muntazam hayalini
    kenarından kemirilmiş sazdan kağıda
Zaten yıldız düşmanı balıkları ezip geçen
dümenler çeviriyor sendeki kaptan bakışlı batık baykuş.

Tarar durur şamdan ışığı gün çözmemiş saçlarını
Kendini eriterek sevmek lazım
ütopyanın mumdan kumarını

Kış

Hoşgeldin kış. Şekerli ballı geldin. Ne güzel geldin.
Belki biraz sarhoşum belki rüzgarın dokundu. Kısmen soğuksun bazen pamukşeker tadında. Anlaşılması güçsün vesselam ama iyi geldin yanan yüzüme be. Çarptın. Hoş çarptın. Yağmurunu indirmeye başladığında tam olacaksın. Sabırlıyım. Bir yılımı verdim sana, üç beş günün lafı mı olur.

Kandırdın beni kimi, tadıma baktın, kanıma girdin, yüzüme güldün; beyazdı güneşin kanmamalıydım. Kimi ben oynadım sana, çiçekler topladım sensiz, ellerimi ısıttım, ara verdim seni beklemeye. (Şarkılar güzeldi çünkü, tınısı yerindeydi, üzerime cuk oturuyordu üstelik senden sıksık bahsediyordu, seviliyordun) Ne diyordum kandık mı birbirimize; kandırıldık mı hayatça?

Kim bilir güzelim kim bilir? Soğuğuna değerse parmaklarım eldiven giymez miyim yeniden? Kim bilir esmer yağmurum gürlesen üzerime korkmaz mıyım sesinden? Kuşlarım göç etmez mi? Kirazlarım dökülmez mi tane tane? Sokakların üstü örtülmez mi? Kardelenler uzatmaz mı başını saklandığı yerden demez mi 'nerede herkes, dostlarım nerede? '

Kııışşş!
Ne güzel yağdın üzerime. Donuk mu bakıyor sokak köpekleri boşver. Lale mevsimi mi geçmiş krizantem dikerim, olmadı nergis kokar buram buram. O da mı yok? Siklamen. Bende çiçek çok yiğidim bende çiçek tarla tarla. Bende çiçek bahçe bahçe ama fesleğenleri soldurdun sen artık fesleğenler öldü artık fesleğenler...

Kıçıkırık bir taburesin sen kış, kıçıkırık bir taburesin o kadar. Olsun be. Varsın tabure olsun. Var ol tabure ol kış, var ol tabure ol.

Giyinmek lazım, sıkıca giyinmek. Atkı bere kazak çorap ve bilimum sıcak içecek ve şiir aklımı çelecek  ve şöminenin başında kurulan hayaller ve kayak takımı (henüz kar görmemişken) ve şatolar ve kuzey kutbu ve aurora ve Kürk Mantolu Madonna.

Ah kış! Hoşgeldin. Şekerli ballı geldin. Ne güzel geldin ama ah be tatlım. Sormadın ki nasılsın diye. Hipoglisemiymiş sorunum, seni görmeyeli...

26 Ekim 2012 Cuma

Tekerlek

Başlar
M.Ö. 3bin
Tarihte tekerlek izi
Torununun torunuyum
İlk yolunu gözleyenin

Dön gel.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Kıssa

Katlanıp kenara konmuş geçmişlerin renklerine bakıp tahminler yürüterek çıkmaz sokaklara varıyoruz, börtü böcek ve bilumum çirkin kara hayvanı öyküsü yerleştirerek hem de.
Güzelim bahar duygusunu sürükleyip saçından uçurumun kenarında intihara terk ediyoruz.
Kör ve dilsiziz söylemeye cesaret isteyen sözler karşısında.
Kanadından öpüp güvercini salıverememek bu.
Kendi kafamızda.

(beni sevme sakın
ateşleri sev kıtlıkları sev yoksullukları sev 
beni sevme sakın)

Biliyor musun neler kaybederiz seni sevmesem?

(Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm)

Adam bilmez gölgesinin kime düştüğünü.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Kimiz?

Var olma savaşımız meşrulaşıyor. Sokaktan korkan çocukların, arkadaşlarını ailelerin seçtiği nesillerin geleceğine büyüyoruz. Çıkarcılık bayrak flama al! Özgürlüğe özgürlük yok. Sanki var olmak bahçedeki ağaçmış gibi, ondan da ne kadar kaldıysa... 
Gözlerini ve gönüllerini babalarında yitiren küçükleriz biz. Abimiz ablamız dağa kaçtı, asker içti. Asker nerde mapus düştü. Yandık bittik kül olduk. Denge dediler, darbe dediler, yaşamayı unuttular, unutturdular. Suriye kan çorbası, Pakistan çocuk katili, İsrail'in kabadayılığı geçmişte kaldı çünkü İran her şeyi kontrol altına aldı, Obama'ya daha çok tıklandı, İspanya'nın kasası boşaldı, Yunanistan zaten fakir, AB'ye barış ödülü, Türkiye eşeğin dölü. Tükürdüğümün siyasi çizgileri bir de Fatimanur'un ölü bedeni...
İnsan mıyız?
Korkarım hayatlarımızı yanlışlarımız ,yanlış yapmak zorunda kalışlarımız ve yapamadığımız yanlışlar arasındaki çarpılmış vicdan sesiyle terk etmek zorundayız. Ben bir taşım demeyi kitaplardan öğrenip, satılanı belleyerek büyüyoruz biz. Nitekim belletilenlerin muhakemesinin yolunun, zihin çukurunda kargaşa yaratmak olduğunu anlatmaya duvar duvar ördükleri karanlık derinlerde... Tırnaklarla kazıyarak nereye kadar?  Ölülerimizin ardından kaç ağıt kaldı yakılmadık? Kimin yenilerini yazmaya cesareti var? Benim yok.
Ağlayacağız abiler, ablalar, ölülerin ardından ağlayacağız. Mali'nin siyahlarına da, Mısır'ın Araplarına da, Çukurca'nın siviline de askerine de gerillasına da ağlayacağız. Sonra hep beraber gülmek için ağlayacağız. Çocuklarımızın üzerine örtülen her karış toprağın Dünya'ya ait olduğunu hatırlamak için, göremeyeceği güzel  günlerin hepimizi savurduğunu bildiğimiz için, çektiğimiz nefesin manasını kalbinde saklayıp yok ettiğini görmekten utandığımız için... 
Söyleyin insan mıyız?


   Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,
   Macera değil.
   Yaşamak, sade "yaşamak"
   Yosun, solucan harcıdır.
   Öyle açar ki murat.
   Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
   Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,
   Daha bir burcu burcudur.

30 Eylül 2012 Pazar

Kuşlar

Martılara taş atan çocukların
Ekmeği kandırması
Çok kuruş

Üç beş kuş oturmuş ötüşüyorlar. Oturmak yaraşmıyor uçuşuyorlar. Uçuşmak yetişmiyor öpüşüyorlar. Masal ya çekinmeden sevişiyorlar.
Bir de alaycı kuşlar var bu civarda. Cins. Canhıraş çığlıklarıyla utanmadan geceyi susturan, yorgan sıcağına pervane, niyetsiz duasız eser dururlar rüzgarla.
Kısmetsiziz, ya sabır rüyalarımız gebe. Hayal yorgun, döl yorgun, Sahra yorgun zaar güneşe vurgun. Kays yalnız aşka vurgun, mecnun külsüz, destursuz yıldızları sayar dilinde tavşan ezgisi. Kimi kuşlar sapkındır böyle doğuştan.

Değme dağa ip atlatır
Yüreğinin kokusu
Kır dizini
Yoksul alışır yalnızlığa

Taze çay kokusu burnuna dolsun. Çay şekersizse, yürek eskimişken aşktır. Açtım gözümü çiçeğinin sözüne. Bir yaprak düştü sen sandım. Yolumu kestin, önüme baktım, sesini duydum sen sandım. Özlemek çok kısa saydığında.

Kaldığından beri
Gemilere el sallamak
Anlamlı

Kabataştan kadıköye
Affet
Dilim sürçtü

Kuşlar diyordum kuşlar burda çok uçuşlu. Görmekle görmemek arasinda gelip gidiyor gözlerim. Mesela çiçek pasajında rakı içmek seninle ve adalara gitmek suyun üzerinden. Çınarlara yaraşır Çengelköyde simit yemek, saymak boğazdan geçen gemileri parmakla. Çınarlara diyorum başka bir şey demiyorum kaldığından beri. Çınarlara kuşlar konuyor ilgisiz, yağmurlu sesler çıkararak konuşuyorlar aralarında. Uzak diyorlar gönül yorgun, dil yorgun, el yorgun.

Yürek eskimişken aşktır, diyorlar.
Büyüt beni istanbul.


6 Eylül 2012 Perşembe

Vivian

Yorgunum Vivian ellerim soğuk
geçmişin hayratında
çanak çanak susuyorum
kafileler atlattım başımdan
ama
gülüşün yetti savurmaya çöllerimi
tane tane başlıyor mutsuzluk evlerde
ya
birdenbire koparttı bu fırtına beni

Taşra

Eritilmiş sözcüklerle akıtmak irini toplayıp
sokağın tüm perdesiz evlerinden

Taşradan koparılmış kurtlu bir elmadır
en iyisi terk edilmiş hediyelerin

Hangisini bozacağını şaşırınca kadran
kadının yüzündeki yaranın kabuğu kanar

Üstelemez savurgan duanın akıbeti
maneviyat türbenin sığınağında saklıyken

Uzunca bir kuş ötüşü kedi dili yalanlardan
ki kavrayıp saçından Karadeniz'i koklasan
aşılmaz dağ lalesinin boynu

Taşra sokağının kadını
ikiye örük saçındaki horoza uyan
sızlayan duanla

Afrik

Buzdan köle halkıyla kucaklaşmak
Yahut
Atlamak kraterin agzından küle
Sevmek bir avuç boşluk saydığında

Bile bile yanığım okyanus çukuruna
Yüzme bilmem oysa
Gözler önce batıyor

Tutsağım üfleyerek ağrının çirkef kuvvetine
Parlayan her ışığı güneş sanmasaydı ayaklarım
bu denli üşümezdi tropikal iklimlerde

Vadedilen kurşunu gönlüme sokuyorum

Yüksek dağ sırtlarından kopup gelen çığlık agızda
küfürler dolusu sırtlan gülüşü ki ne zaman uzatsam
ellerimi yukarıya
Avcumda toprak mendil
Sesimde meczup hayalbazın ıslığı
Yağmurdan kirpiklerle geri döndüm
  kurutulmuş sevda yetiştiricisinden

Toz değmeyen dinazorlar bile unutuyor
Ya da belki
Kimse sevmedi beni

Nana

Günaydın ay kızı gözlerim arıyordu
Qu'est-ce que vous voulez m' aimer
  si vous n'etes pas chez mon coeur
Çürük vişne tadı da mı var dudağında?
Je suis tombée amoureuse
Düşüp ölürüm seninle tanrının kucağında
Il ne m'ecoute plus
Sesini saydım uykularda
Quoi?
Sana
Moi?
Ay kızım

Ressam

Kemikleşmiş sancının yeri ayrıdır
Damlayan onca bulut arasında
Yandıkça yakan Hacıbekir tütünü
Harabemsin körpecik tutundum da taşına
Oturdum,
Seni yeni baştan çizdim

4 Eylül 2012 Salı

Uzak

Kavruldu gözlerim teninde

Aşkı anlatmaya bal sürme gecesi
Başı yüksek çınarların gölgesine sarınıp
Tatlı rüyalar
Kısmetse bu gece sana geleceğim

*Eşkıyamsın kaçır beni
Dudağımdan başla

29 Ağustos 2012 Çarşamba

YirmiDokuz

Uykusuzluk pençelerini gözlerime geçirdi, yatağımda sürünüyorum.
Beni bir varilin içine koydular, şarap gibi olduğumu sanmış olmalılar. Kokuşmuş bir kilo domatesten başka bir şey değilim oysa. Üç beş taneyim. Gölge etmelerini istedim güneşten gayrı , atasözleriyle karıştırdılar. Feylesof değilim, parke giymem, silah tutmam, muz kabuğuna basmadan sokakta yürümeyi bile beceremem ben. Bir şişe arseniğim olsam olsam. Belki sinek ısırığı kaşıntısıyımdır kolonyayla yanarım.Ben zaten çok kolay yanarım. Sözle, gözle ,tözden yanığım.
Müthiş derecede su sıkıntısı baş göstermiş durumda içimde. Apoptosis alarmı. Ben çoktan ölmüşüm.
Olmadı sarmaşıklaşma çabam. Öyle de gururluyumdur. Değme masala taş çıkartır prensesliğim. Tutup saçlarımdan sürüklemeli beni. Kurbağayı öpemem,ayakkabımı unutamam, balkabağına dönüşen de arabam değil zaten, benim. Bakın balkabağı, merhaba deyin.
İki göğsümün arasına oturan deveyi hatırladınız mı? İşte o devedir susuzluğumun sebebi. Hörgüçlü ayı. Kaktüs dolması yapmışlar benden. Vallahi kandırmıyorum. Neden et yemem sanıyorsunuz? Söz verdim ilk etimi yemeyeceğime. Dolmayım çünkü ben, etli butlu.
Korkarım müsait bir yerlerde inmeliyim. Yanlış takımı tutmuşum şimdiye değin. Kesin kendi kaleme sallamışımdır ağzına yandığımın topunu ve evet hala küfür edemiyorum. Prensesler küfreder mi? Prensesler acıkmaz. Prensesler sıçmaz. Prensesler Müslüm dinleyip dalıp dalıp gitmez. Korkarım müsait bir yerlerde beni çöpe atmalısınız benden bir bok olmaz.
Bir bardak su koyuyorum kendime. Sürahiye döküyorum. Koyuyorum döküyorumkoyuyorumdöküyorum.
Telefonum çalmıyor. Prenseslerin telefonu olur muymuş? Gördünüz mü yalan söylüyorum. Kafama çuval geçirip yokuştan salıveriliyorum aşağı. Döndöndöndön.
Karıştırdım, devekuşu muyum yoksa? Hoppala!
Oo bu gece kalemim durmuyor. Yani parmaklarım oluyor bu gece durmayan.Okuyanlar da zavallılığımın yükünü paylaşsınlar. Okumasaydınız beni gözünüzde devleştirmek istediyseniz n'apayım yani?
Bir şey sormalıyım. Sorulmayan soruları dizdim önüme bakışıyoruz çünkü.Sorulmayan sorular sorulmalı mıdır? Neden bu kadar gücendiniz? Yapmadınız mı sanki bana bunun cevabını verin.

Kurtadamları getirin. Parçalanma vaktidir.
Kalbim unut bu şiiri




26 Ağustos 2012 Pazar

Ertesi

Savanlardan başlayıp
zürafa boynunda son buldu
kutsal hatıra toplayıcılığı
Güneş kuruttu giderken alevden saçlarımı

Bilirsiniz işte nasıl olup biter böyle şeyler. Baş ağrıları; her ufak yaşamsal faaliyetin kabarttığı, kabarttıkça kamçılanan, çırpınan, kendi kendine soğan doğrayan geçmişin dalgaları ; kedilerin küçümseyici bakışları, çizgilenmiş gözlerinde uzayan boy, saç, sakal, geceler ; güneşten gelen her demetin, her sabah, usanmadan bundan sonra çok uzun bir süre yalnız ve onsuz olacağını bas bas bağırması ve çalar saate indirilen darbelerin güneşin yalnız doğuşunu engelleyememesi ; yaşlanmak üzere asılmış, aheste ölümünü bekleyen fotoğraflar ; yeryüzünün en değerli çakıl taşı ki en değerli insanına verilmek üzere buldurmuştur kendisini; solmasının ertelenmesine dua edilen güller, pembe buketler; bezelye taneleri dolmuş soğuk yatak ; ıslak ve yorgun uykulara adanmış salon kırlenti... Hepsini  bilirsiniz elbet. Nasıl yeni doğar gibi başladıysa her şey işte öyle...

Geçmişin laneti dedikleri şey doğru olsa gerek. Elleri kanlı bir karabasan gibi çöküveriyor boğazıma geceleri. Soğuk terliyorum, sıcak terliyorum, terleyemiyorum olmuyor. Sızlanıyorum, körleşiyorum, kesiliyorum. Parçalarım evimin her köşesinde. Unutulmuş parfüm şişelerini ve bebek kolonyalarını gözden çıkaramıyorum. Sigaramı söndüremiyorum. Sarhoş olamıyorum. Şimdilik yapamıyorum ama bilirsiniz nasıl olup biter böyle şeyler. Kıstırılmış karınca çevikliğiyle, kabuğu parçalanmış sümüklüböcek akıbetiyle geçtiğim her yerde bıraktığım izlerim ve izlerimizle yakalanıyorum. Kurşun geçirmez camlar patlamış, duvarlarım rutubetli, gözlük camlarmda buğu, birikmiş korkuları temizliyorum. Su yolunu bulsun diye bekliyorum, su yolunu bulsun bir an önce bulsun ki Marmara'nın tuzu kalsın arada, koşayım, koşayım, koşayım oradan.

Sorarım size beyler bayanlar, daha kaç zaman var önümde? Kaç kez doğruyu göstermeli kolumda duramayan, durmadığı için susan, sessizliğime gömülen saatim? Kaç gece geçirmeliyim salonumun koltuğunda kalbimin iyileşmesi için? Kaç dikiş gerekiyor hassas sözlerin bıçakladığı gönüle? Kaç sülük toplamalıyım emmesi için haksızlığın yarasını? Kurban edilmiş şimdinin cefasını nasıl sahipleneyim? Çok mu sorar oldum bu günlerde?

Dile batıyor şeffaflığını yitirmiş her gülüş
Katmerli suskunluklar birikti sözlerde

Bakın, ben diyorum adanmış sahibine verilemeyen günlükler çöpe atılmalı, siz diyorsunuz çöpçüler aşık olur. Ben diyorum tazelemek anıları yürek ister uzaktayken, siz diyorsunuz tüketilmeli önce göz yaşları. Ben diyorum mutlaka fesheder kendini sızı, siz diyorsunuz ah Ayça, ah benim saf kızım, ah benim duygusunu aklıyla yontmaya çabalayan kendinibilmezim, daha öğreneceğin ne çok şey var.
Elde değil beyler bayanlar size hak vermemek. Elimde değil aksi, dilimde değil söylememek, yazmamak.. Bilirsiniz işte nasıl olup biter böyle şeyler.
Bilirsiniz.

Hüzün ki en çok yakışandır bize
Belki de en çok anladığımız

31 Temmuz 2012 Salı

Vulpes Vulpes

Eskimez taş diplerinde oturan
Tilki yuvalarından fırlar korkusuzluk
Ellerinde yorulmaz sevişgen kaide
Bitevi mahzunluk gözlerinde sulanmış
Duyusunu çapalar toprağı eşelerken bir yandan

Kimimiz var us kaybını yad edip kuşları seyreden?

Karma
Vadesi sönen mutluluk tutunamaz dallarda
Erginliğe erip intiharını gözden çıkaran ipek böceği misin
Dokundukça iplik iplik ördüren kendini aklıma
  ve sildiren aklımı kendinden?

Sarılıp çınarın gövdesine
Koklayıp yaprağını çınarın
Öpüp kökünden dalına tek nefes

Hiçimiz tutamadık elinden tilkinin

30 Haziran 2012 Cumartesi

Hoşça...

Hiç öğrenemedim yıldızlara bakmayı

Bit pazarı
Aşkı yak kibrit mezarlığında
Adını koy
Öksüz sevdanın narin çığlığı bu
Ay hiç kin tutmuyor

Eline değemem
Harabe gecenin soysuz sarhoşluğu
Nur'a doğru
Mahremime yakın
Köksüzlüğe sebep

Kimbilir
Belki şiirsindir.

8 Haziran 2012 Cuma

Hanımanne

İsa, dedi, günebekanlar güneşe durmadı mı daha? Bu yaz oralara mı uzansak?

Hava sıcak. Uf hem de ne sıcak. Giydiğim giymediğim ne varsa üstüme yapışıyor. Sıcak sadece dışarıda olsa iyi. İçimde de güneş yığınları birikti, birikti. Dönence çölüne döndüm ama henüz Oğlak'a inemedim.

Sokağın eli sopalı hanımannesi. Hanımanne demeyeni sopalıyor da ondan eli sopalı. Büyük oğlu beyaz ticaretinden içeri düşeli beri böyle. Mübadele zamanı varını yoğunu satıp buraya, bizim mahalleye taşınmışlar kocasıyla ikisi. O zamanlar taze gelin, alımlı. Sıcak suyunu, yardımcılarını, elleriyle kazıp çapalayıp süslediği güzelim bahçesini bırakıp buralara gelince sessizleşmiş. Musa'yla Adem'in doğumundan sonra kendine gelir, konu komşuyla muhabbet eder olmuş ama işte... Huzuru kısa sürdü garibimin. Musa itinin kendini yaktığı yetmedi, anasını babasını da rezil etti bütün mahalleyle. Allah'tan İsa Bey Amca dediğim dedik bir adam buralarda tutunmasını, duyduğu lafları söyleyenine yedirmesini bildi. Artık pek bahsedilmiyor. Onlar kulak mesafesindeyken de kodes hapis tespih gibi laflar edilmiyor, saygıdan tabi.

Ben yazarım. Yazar mazar değilim ha yazıyorum manasında sadece. Annem az vurmadı zamanında kafama çalış elin ekmek tutsun yarın öbür gün karına nasıl bakacaksın diyerek ama napayım? İçimden gelmiyor. Avare avare geziniyorum sokakta, ona göre; insan görüp çiçek kokluyorum, bana göre. Bazı bazı da şehre iniyorum iş aramaya, anneme göre; helva yeyip limonata içiyorum, şahsi fikrim. Zamanım bol, havalar ısındı, kendimi dört duvara sıkıştırıp ne yapayım yani? Pastırma sıcakları geldi ya şu iki haftadır bu da fena. Her şeyin fazlası zarar işte. Karınca kararınca. Aza tamah etmeyen çoğu bulamazmış. Sakla samanı gelir zamanı. Bahtsız bedeviyi çölde...

Önceki gün ellerim ceplerimde kısa paçalı pantolonum ve mavi çizgili gömleğimle dolaşıyordum. İsa Bey Amcaların evin oraya kadar yürümüşüm. Bir de baktım hanımanne koşa koşa evden çıkıyor beni görünce pürtelaş yetiş  koş İsa'ya bir haller geldi kasıldı kaldı hareket edemiyor konuşamıyor napsak sizin taksiyi al da yetişelim hastaneye doktor bulalım aayy ayy bana da bir şeyler oluyyor deyip kollarıma yığılıverdi. E gidemedim tabi önce onu soktum içeri ikisini bırakıp evde koşturup babamın ayıptır söylemesi yeni aldığı gıcır arabayı kaptım. Döndüğümde komşu kadın yetişmiş bir İsa Bey Amcanın bir hanımannenin elini yüzünü kolonyalıyor. Açılmışmış İsa Bey Amca da garip hanımanneyi o hallerde görünce korkusundan bayılmış.
Dedik bu böyle olmaz Hoca Efendi'yi çağırmalı. Bir koşu ona da yetiştim. Eli öpülesi adamdır o.Bir dediğini iki etmeye, ardından laf söylemeye gelmez. Hemen görür, duyar. Üç harflilerle de teması var onun bütün herkes biliyor. Evvelsi sene cumayı kıldırırken evine hırsız girdi de akşamına don gömlek kahveye gelip ayyaş tayfadan genç bir çocuğun gözünün içine bakıp hasta etti onu. Günlerce ateşlerde yanmış çocuk ya sonrasında itiraf ettiydi eve girdiğini. Gömüsü var derler Hoca Efendi'nin bahçesinde ona dair ipucu ney aramış da bi şey bulamadan ortalığı dağıtıp çıkmış. Nası bildi ne bildi de gelip ne yapıp yataklara düşürdü garibi bilmeyiz. Neyse yani işte ben bir koşu gidip onu getirdim. Okudu üfledi yağ söyledi bal söyledi sonunda üç baş sarmısak eziği ve ıtır kaynatısıyla yapılan bi şeyler içmesini salık verdi. İçi şişmiş, canı düşmüş dediğine göre. Bir şeyler var o evde bir şeyler var deyip gezindi ortalarda birkaç gün. Ne olacak canım, o da! Adları çıktı dokuza inemedi sekize. Ne kadar saysak da Bey Amcayı oğlunun içine kaçan şeytanlardan o da sorumlu bir yerde. Ah bre Musa. 

Tabi belki böyle bir şey olmamıştır. Bunları ben ve kalemim uyduruyor olabiliriz. Zaten İsa Bey Amca öleli çok oldu. Hanımanne de delirdi o öldüğünde, yaz kış yola bakan camında oturup kimi görse İsa geldi diye seviniyor. Musa da kodese filan girmedi. Haftada iki gün karısıyla gelip yemeğini temizliğini yapıp bırakıyorlar. Hoca Efendi dediğim de aşağı mahalledeki ilkokulun öğretmenidir. Çiçek gibi kadındır, tazedir, körpedir, aklı başındadır, yetim büyümüştür ama kadirbilir, sevilir sayılır. Aynı zamanda benim yarimdir. Bu yaz evleniyoruz inşallah. 

Tabi belki de evlenmiyorumdur. Avareyim abdalım demedim mi ben? Alt tarafı yazıyorum bu Allah'ın sıcağında. Bir hanımanne biraz serinletiyor içimi. Kendisi karım olur. Bu yaz Trakya'ya uzanası varmış da aslında her şey ordan başladı.

3 Haziran 2012 Pazar

Çatışma

Zamanımız dar günlüklerde yaşamaya
Kuşlar da gelmeye başladı kuzey illerinden
Çıplak tenimde yorgunluk kuşatması
   ve içsel yağmurlar yanan göklerden

Dalgalara adanan uykusuz sorgudur
Bu sefer bu sıcak uzun sürecek

Makta

Direnişim hilalin sarkan dudağında ağlak bir şarkı
Kerpetenle söküldüm aşkımın karnından
Acım yok soysuzluğa kapıları açıyorum

Süryani kanından iç çekişlerim
Görmez misin
Karasal iklim yetiştiricisiyim 

Oduncuyum balta kesiği masalların sonunda
Elmanın kökenine inmek zor
Küstümotu kaynattım tuz diye basıyorum

Bildin mi seninle kaç ömür atlattım
Kaç yaş akıttım süreksiz nehirlerde
Mavnalara yüklendim edebi kaçışlarla
  yokluğuna gelinlik giydiremediğimden

Aklında buruk bir name ikimizden ve
ufalmış aşkların el çırpışları

El bilir alem bilir sevdiğim
ki
Sergüzeştim yaradılıştan ellerine





1 Haziran 2012 Cuma

Cherem

Kaç gün oldu dokunuşmayalı bilmem. Hafta mı yoksa? Saymayı da unutmuş olabilirim. Zaman dediğin ne azizim? Boşluğun hesabı mı yapılırmış? Yırtık dondan fırlar gibi çıkmalı şimdi kelimeler. Kaç kere düşündüm ki zaten yazarken? Benimki de laf. Bugün kelimelere ahbap düşünceler de sızlanıyor. Yeter bre akordeon, Balkanlardan soğudum, coğrafyayı unutturacaksın bana. Unutturur musun be sahiden?  Bi dondurmaya kanar mısın? Yohh yooh. Ben de o göz yooh.

Odamdayım. Odamdayım tabi nerede olacağım? Mesela Azor'da esmerce bi yunusun sırtına tutunmuş o dalga senin bu dalga benim yüzüyorum. Güneş batı yolculuğunda, Kopernik öncesine dayanıyorum. Atlantisten geriye kala kala Ariel'in kızıl saçları ve mitolojik hikayeler kalmış. Belki Amsterdamdayım amma Spinoza hala alışveriş yapabiliyor. Nedensel ağın tozunu almayı düşünüyorum. Sormayayım, ne ala. Ya da Sarıırmak'ta yıkanıyorum. Bir kolum Bohai denizi, parmaklarımı şıklatınca balıklar koşturuyor- Sait Faik'in dülgerinden farklılar- ; bir kolum Anadolu'nun küçüğü, gel desem gelmez sus desem tenör yok desem keşke.

Sonra o gider sesini yıkardı
Telefonda saatlerce seviştiğinden

Neyse ki odamdayım. Yorulmaya ne hacet? Boynumun çukurunda kaz tüyü, bir yanım canımda bir yanım laf arasında uzak ülkelere gidip geliyor. Kuzey- Güney savaşı gazisiyim. Beyaz dişli beyaz kurtları, balığını balıklara yediren yaşlı balıkçıları anıyorum.İçimden içimden bir sıcaklık yükseliyor hatırıma geldikçe. Büyümesem diyorum. Büyümek istemiyorum. Sırtıma eklenen yükleri istemiyorum. Gözlerimden kaçan hayalleri istemiyorum. Maddeciliği hiç istemiyorum. Bir bulut alıp omuzlarıma satır aralarında konaklıyorum.

Zaten insan odasında oldu mu yapamayacağı şey yoktur, söylüyorum. Lambanın cini gibi bir şey bu  veya uçan halı. Batılıysanız süpürge de diyebilirsiniz ama o zaman hayatınız tehlikeye girebilir, avcılar boy gösterip bıyık burabilir. Efsuncu kadını yaşatmayacaksın. Bazen camdan atlıyorum değişiklik diye, inanın aşağıda dayanamıyorum, içim sıkılıyor, kulaklarım ısınıyor, ayaklarım uzuyor böyle çarpık çurpuk yaratığın biri oluyorum. Atlayıp sarmaşığıma gerisin geri yukarı dönüyorum. Tıpış tıpış. Çirkinliğimden biraz olsun kurtulayım diye parasız yatılı çocuklarını düşünüyorum.

Barış'ı düşünüyorum en son ellerim terli. Gürcistan'da yağmur yağıyor. Hovarda bir yaprak bileğime dolanmis. Kısası hergün
hepimiz
odamda
aileden öte
yaşayıp gidiyoruz.



İlmihal

Vurdumduymaz kalbin ihtilal kurbanıyım
Serzenişim panteist tanrılaradır
Sığ sulara gömdüğüm tarihsel burukluğu
Korkarım
Gelgitsiz çıkaramayacağım

 Okyanusları vurun bana

13 Mayıs 2012 Pazar

İçimi Dökeyim

İçim burkuluyor. Felsefe yapma zamanım gelmiş. Bu blogu sevmiyorum. Kendime ait olmaktan çıkıyorum. Eskiden, kimse buranın izini bilmezken, özeldi ama yakınıyordum, tabela dikme zamanım gelse gayrı diyordum. Geldi zannettim, galiba gelmemiş. Üzülüyorum şimdi yalnız olamamaktan. Okuma bu yazıyı, okuyorsan bu cümlenin noktasıyla beraber sayfayı kapatmalısın.
Alçak. Göze zincir vurulmuyor ya. Keşke vurulsaydı.İçimin kargaşası dinerdi o zaman.İçime devirirdim gözlerimi, kendimi yazardım. Berna Durmaz gibi yazabilmeyi öğrenebilirsem, hala kapatmadığın bu blogtan değil elindeki temiz kokulu kitaptan kaldırmıyor olacaksın başını. Stresliyim, kızgınım, mağdurum. Yaz gelse de mutlu mesut şiirler yazsam. Deniz, kum, güneş... Bodrum kokusu çok şey unutturuyor. Rüzgar gibi geçti, diyeceğim senem, kağıt kalem geride kaldı diyeceğim, merhaba diyeceğim Gümüşlük'ün ıslak köpeklerine ve incikboncukçu kadınlarına. Şıpıdık terliklerimle geride kalanların üstesinden geleceğim. Çünkü söylemek yapmaktan kolay oldu hep.
Aa bunu edebi bir yazı mı sandın? Oysa yalnızca içimi dökmek amacım. Hayal kırıklığına uğramış olmalısın. Yaralarını sarmak için genç bir bay edinmelisin kendine.Bakteriyofaj enjektesiyle öldürülmüş Rickettsiaya dönebilirsin veyahut çukurlaşamamış türevini ikinci mertebeye çekebilirsin. Konveks olursa mutlu oluyor. Dene ve gör.
Bahçedeki ayrıkotlarını yolması için birini bulmalıyız.(Madem hala benimlesin artık bir ekibiz).Güneşin doğmasına 6buçuk saat kaldığına göre dünya dönüyor olmalı.( Tam tersini mi söylemeliydim yoksa? ) Gidip bir duble rakı koymanın tam zamanı.Şakacılığım üstümde olmalı, masaya vurulan kadehlerden haz etmediğimi bilirsin. Karanfili elden ele çoğaltmadıkça ha anason yetişirmiş Ege'de ha keten kenevir.

 Biz ki karanlığı ellerimizle yarattık.
 Dillenmemiş gözlerle çoğalttık
 İç çekişleri meze koyduk sofraya
 Ellerimizi dizdik önümüze
    - hayran olduğumuz-
Sızlanıp durduk saatin kadranına.
Zaman tanrı kandırmacası dedi
      aksakallının biri rüyamda
Her şiir bir ömürdür bilmez misin?

Uzar gider aklım bu ekranda, klavyede. Teknolojiye ayak uydurayım dedikçe kalbime bir deve oturuyor. Defterim de bitiyor üstelik ve artık 4 milimetre satır aralığı olan ince çizgili mavi defter bulmak samanlıktaki iğne parıltısını yakalamaktan daha zor. İyisi mi bir şimşek daha çaktırayım Zeus'uma ki gelip beni kurtarsın bu zarar ziyandan. Feri kaçmış kedi gözlerin çizgisini inceltmeli. Bir nebze olsun rahatlayayım diye şemsiyemi açıyorum. Sonuma kadar eşlik ettiğine göre, umutluyum, kendimden göç ettiğim kendime hoş geliyorsun.

Büyü

Teninin başağıdır gezindiğim rüyalarda
Gün görmemiş filizlerin mağrur sevdası bu

Konyasın
İvrizin kayalarından kabarttığım
Bizans arefesinde ezan sesi mağduru
Tarihimi gömdüm bucaksız mezarlara
Her gülüşünle yeniden öldüğümden.

Urfasın
Kutsal balıkların göğe yükseldiği
Peygamberlerin dilinde ismimiz
Çanak çömlek patlıyor adını andığımda
Özgürlüğümü elbet geç ediniyorum

Rizesin
Yağmurların ağır geliyor omzuma
Ayderin şifasıdır çürüyen
    ruhuma tütsülenmiş mahzunluğu gammazlayan
Bir kucak dolusu orman gülü topladım
Kışın sen olma dökülen suskunluğa

*Bakışını gözlerime serdiğinde
Ey çınar! tanrıya soruyorum
Kızının ellerine değdiğinde
Aklından bir an için geçer miyim?



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Kavuşma

Kargaları seviyorsun, dümende durmayı değil.
Orman adamım.Kaç yaş atlattın başından? Kırk binle çarpılmış maşallah denilen ya toz konduramaz tanrı inancıma.Kollarını önüme kattım, git git bitmiyorsun. Yan sön dinmiyorsun. Çoğalttıkça çoğaltıyorsun, inkar yok belliyorum. Ezberim kuvvetsiz lakin arşınlıyorum. Kimsenin göremediği bir aşk bizimkisi ve en fazla ben seni seviyorum. Gıpta ediyorlar. Yüreciğime bunca seni nasıl koydum anlamıyorlar. Yüreciğim nasıl atıyor anlamıyorum, boşver diyorlar.

Uzaklara bakmayı seviyorsun, övünmeyi değil.
Bir evren dikmişler göğsüne, bir de taş bağlamışlar. İçinde bir dolu eriyik magma ve kıta çarpışmaları... Varoluşun sorgusuna işaretler ekliyorsun, (eski insan yazısını kavrayamayışımız) gelecekte dönecek mektupları bekliyorsun. Bunca zaman kapalı kapılarımın ardında gül bahçeleri yarattığın gibi. Beklerken topladığın değerli taşları önüne koyup tek tek saydığın gibi, zamanı saymak yerine. Beni bulunca başıma taç taktığın gibi, papatyadır en sevdiğim çiçek. Seviyor, sevmiyor.

Masumluğumu seviyorsun, kadınlığımı değil.
Müşkülpesent bir travma bizdeki. Yarısını kaybetmiş sulu elmalarız. Çekirdeğimizi taştan çıkarırız evelallah ama sesimizi duyurmaya korkarız. Ellerimi sardıkça bağlanıyorum. Rüyalarımın yurdunu değiştiriyorsun. Öğreniyor kirpiler bir can nasıl mutlu edilir. Bu yazı nasıl yazdırılır ve İzmir nasıl çizdirilir.

Güzel sesli saatlerin ve pembe çiçek buketlerinin hoşsohbetiyle adını anıyorum.

Bu gece
-Seni öptü diye-
Oturdum dudaklarımı öptüm

eylül 2012 Bir dumana 
intihar ediyor 
gece esintileri 
Ateşten buz parçaları 
alevden rüzgarlar 
közden el kaynaşmaları 
Birazdan kış 
birazdan kar 
birazdan kül yanlızlıklar

İlhan Ok

6 Mayıs 2012 Pazar

Azmakbaşı

Bazı nehirler vardır ki sormayın
tutuşmuş yağmurlardan yaralı
çekinik sözcüklere mıhlanan usturuplu bir kışı
ve saylanmaz boşlukları hatırlatan

Buzul tırpanıyla soyulduğunda
gecenin yardımına kim koşar?

Mülteci çınarların bekçiliğini yaptığı
kaskatı bir paranoyadır bu
yüksekten görülmeyen masiflik halidir

Sorulması güç nehirler tersine akar
Değmeyin gözlerime, yaşlanıyorum.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Tabut


Yamanmış sözcüklerin harcına tutsaklık
Üstlenmeyin yangınların cefasını

Buyurgan masallar cahilin duası

Yoktur
Kopacak sır yatağını tutmaz
Divane mecnuna sürgün hasret denilen

Çöplük de derler varoluş sızısına sanki
tütmemiş tekne artığıdır acun
    eriyip de tükenmemiş mum halidir

Mertlik  bozuldu sone icat edileli

Şaşmaz akıl,
Faniliğin mahremiyeti terk olunur
Düşlere yaraşır intibahın böylesi
Bir sabah yeni doğmuş güneşe bakar gibi
Küçülüp gözbebeğiyle uzaklara
Ağrılı
Nefes almayı unutmak.




Leto

*
Yüksek menzilli aşkların basıncı ağırdır
yerçekimi tersine işlediğinden
boşa değil zıt kutbunun gözlerine düşürmesi

 *
Ninelerin huysuz maviselliğindedir
şişe dibi gözlüklerin buğusu üstelik
tarhananın kokusu adam eder evladı
             bir de virane terk edilişler

 *
Khat kahv'anesinde ellerinden vurgun adam
Uykusuz peçesinin çorabı kaçmış şehla
Afrika'dan Asya'ya saklambaç oynar çocuk
               bilmeden gözlerini yakacak kadının
               doğmayacak kardeşine gebe olduğunu.

17 Nisan 2012 Salı

Balıkçı

Şimşekler çaktırır gülüşü esmerin zemheri
acının kucağında begonya ki çeşmeler
buz tutmuşken lafı olmaz orman perisinin

Her kıvılcım yangın kokusunu kamburunda getirir
Tanrının elleri de anason kokar mı?
Mersiye olmalı bu soruşun yanıtı lakin
herkes daha alacalı bu gidişte

Eski çağlardan kalma bir yara kızarıyor
zannedersem bir dinazor ısırmıştı yeni zaman
çiçeğiyle çiftleştiğimden
Zaten kimse bilmedi
eğreltiotunun sonsuza uzadığını

Seksek oynadım meşe palamuduyla yalnız
fay hattı çözdü saçlarını
merkez üssü: kırılgan
gözlerin batıyordu sokak lambasına
ki tek dileği bir sigara daha yakabilmekti
kargalar geceye üşüşmeden

Müşkül şey seni düşünmeden uyuma zorundalığı
saklamaya çalışmak kalbimi ipekböceğine
Nasılsa ellerinle yarıp çıkaracaksın
Çocukluğuna döndüğünde.

Rezervasyon

Kızılderili toprağında aşık barış çubukları
Lodosu kucaklayan dağların eteğinde
Fundalıklar yola çıkma hevesindeyken
Okyanus ötesinde balyalar maratonu

Kirpiğin siperinde meşe bakışın
Tırnağını uzatsan Machu Pichu
Birikimli tortulları taşıyacak akarsu
veya
Çay da denir bardağı ve leğeniyle
Adı konmamış eyaletten görülen duman
Çeroki'nin aşka ve suya selamıdır bir nevi

Dudaklarımı sonbahara rehin bıraktım
Tenin her mevsim orman kokusu
Kaç yüreğinin yalnızlık savaşından
Bu şehrin adını da biz koyalım.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Zencefil Değil de...

Yok karnım aç değil benim. Yiyeceğimiz yok da yiyecek alıcaz.

Kısa saç yalnızca çocuklara yakışır. Zeytinyağlı sabunun sertleştiremediği saç nerede görülmüş? Ben gördüm. 8 yaşındaki bir kızın gözlerindeki asit yağmurlarının aşındıramadığı umudu da gördüm. Kestel'de yıkasa saçlarını, yok. Etna'ya batırıp çıkarsa, yine olmaz. İkram edilen kurabiyeden 'yemem' kadar gururluyken o küçücük yürek, Timur'un fil ordusu gelse yıkamaz saçlarının surlarını.

Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi
Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen -
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın


Aynanın sırrını çözmek gerekir. -Gelinin amcoğlundan bir cumhuriyet altını- Sen baktığında insanı; ben baktığımda Türkçenin sert-sürekli ünsüzlerini gösteriyorsa, bu devranda bir aksaklık var demektir. - 17 Numara 155bine çıkardı. Var mı efenim artıran? - Zaten yılanlar bin yaşamaya başlayınca tökezliyorum. Kısa saçlı kız çocukları gözlerini gökyüzüne devirip seke seke ilerlediğinde bu işte mutlaka bir papatya parmağı bulunmalı diyorum. Yoksa mümkün değil karıncayı ezmeden koşturması. - Angut Kuşunu Koruma ve Yaşatma Derneğine, Aferin A.Ş. 'den 6 sıfırlı bir çek-

Nas olur, kanun olur diktatörün sözleri
Ya ıslatır donları, ya yaşartır gözleri
Kimileri dağları dar elekten geçirir
Kimileri ya çukur, ya dağ yapar düzleri.

11 Nisan 2012 Çarşamba

Daisho

*Her bulut kopardığında bir parçasını
Eli silah tutan adamların yalnızlığıdır boşalan

*Kurutulmuş çiçeklerin yaşlarıyla ıslanır
Şaşkınlığı kayıp bir aşkın

*Azap ölüme rastik çeker
Annenin kurşun geçirmez yüreğinde

*Bahçesinde jakaranda olsaydı ilk samurayın
Cengiz Han muhakkak cennete giderdi

*Zagrosun beşiğinde sallanmış kewê
Avcının namlusundan düşürmediğiyle kardeştir

*Acun öküzün değil Afrika'nın boynuzunda
Somali'de neden kıtlık var sandınız?

Uluslararası

İngiliz şairler dilleriyle yakınırlar
Afrikalı çocuklar mideleriyle
Çok uluslu adamlarsa gözleriyle yaklaşıp
kalplerinden vururlar

Brezilya Ghana'yı bırakmamalıydı.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Sözcük

Ne kaldı sözcüklerden başka verecek
Bir elimde pastırma sıcağı teninden
Birinde soğumuş cehennemim

Yuvasından itilmiş kırlangıç yavrusu
Kanadını açmayı öğrenemeden vurulmuş
Bir damla canını sermiş papatyanın dibine
-Ağlar durur
Farkında olmadan çiçekçiğin solduğunu
-Yalvarır durur tanrıya
Umarak sesinin duyulduğunu

Tütün tarlasında kendimi yakıyorum
Hançer mi desem biçerdöver mi
Tenimi yırttı, battı
Sesin mi bataklık mı gömüldüğüm?

Tabutlarda karanlık
Gözlerinde yalnızlığım

Çınarım,
Bu aşk bana çok büyük

2 Nisan 2012 Pazartesi

Mezarlık

-Kimsin sen? Geçmişten mi gelecekten mi geldiğini anlayamıyorum.

Bak güzelim, bunlar zor zamanlar. Dünya öyle hemen benimsenecek bir gezegen değildir. Geceleri ve unutuşları uzun yaşarız. Kalplerimiz labirentlerin içine gömülüdür, çıkış yolu ararken aşklarını da kaybedersin. Bahar nedir seninle öğrendim ben, yüksek kum yığınları ve güneş yanıklarıyla yaşamayı öğrenmek çok yılımı aldı. Sana uçmayı öğreteceğim, çok seveceksin. Ne düşünüyorum biliyor musun? Sana gözyaşı şişesi hediye edeceğim. Sihirlidir. Tabi sana da iş düşüyor. Benim için ağladıklarınla doldurabildiğinde, önceki gelişimde getirdiğim fesleğenin dibine dök. Yeterince cesur olabilirsen yapraklarından birinde büyüyen pencereyi aç ve avazın çıktığınca bağır ki seni duyabileyim. O zaman gelip seni oraya götüreceğim. Bu ciddi bi iş, bilmelisin. Bir daha buraya dönemeyebilirsin.

-Bana masal anlatman çok hoşuma gidiyor. Sen de çok hoşuma gidiyorsun. Hatta hadi itiraf edeyim, sana aşık olabilirim.

Küçüğüm, her masalın güzel bittiği zamanlar emziğinle beraber çöpe atıldı. Artık gerçek dünyada yaşıyorsun. Tabi bu senin seçimindi. Biliyorum yanımda kalmak için çabaladın ama zamanın koşulları gitmemi gerektiriyordu. Beni anlamadın. Gözlerime baktığında gördüğün şey bilmek istediğin şeydi. Oysa sözcükleri öyle seviyorsun ki gördüğüne inanmak istemedin. Her şeyden ne çok korkuyorsun ve ellerin ne kadar da küçük. Göz bebeklerin de küçülüyor gözbebeğim. Ne o yoksa ağlıyor musun?

-Loş ışıklar gözlerimi yoruyor. Seninle yaşayamam. Üşüyorum, tenini çıkarıp tenime dola ki senden başka kimse tanımasın. Şiirlerini Lut Gölü'ne attım. Nasılsa kimse yüzme bilmiyor.

Öyle seviyor ki susmayı,
sözcükleri öyle seviyor ki,
lambasız kalabilir geceleri,
kışı uykusuz geçirebilir.


Yangın mı başladı? Hadi dans edelim, seversin. 8.10 Vapuru'na adımı yazdırdım.Bak ne zamandır buraya gelmiyorduk. Kırmızıyla mavinin magentaya ulaştığını söylemiş miydim? Peki zamanın canımı acıttığını? Hava aydınlanıyor. Artık gitmeliyim. Sen de uyan artık elini yüzünü yıka. Üstüme söndürdüğün güneş kimler için umut değil ki?

Sesinde ne var biliyor musun?
Söyleyemediğin sözcükler var.

18 Mart 2012 Pazar

Aşınım

Hayır, dedi çiçek, beni dalımdan ayırma

Soğuk memleketlerden geldim seni görmeye
Kimseye değmedi tedirginliği elimin
Mitralyözlerin yorgunluğunu yerleştirdim gözlerime
Çalıp çırpmış leş yiyiciler aşklarımı
Seni bırakmış Anka'nın kanadına
az daha kaçırıyordum penceremdeki çığlıklarını

Balkona fesleğen diktim, seversin
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi kadınları sevdiğin gibi
Oysa ancak masalımda kurtulabiliyorum esmerliğimden

Nasıl da güzelsin yüzünde emeğin çizgileri
Bir ben tanırım bakışındaki çocuğu
Dünyanın tortusu birikmiş sözünde
Yıldızlar titrerken sevişmişsin
Kuşluk vakti aç açına şiir yazmayı bilir misin?

Gel, elimi tut.
Elinin değmediği çiçeği uçurumdan iteceğim.

10 Mart 2012 Cumartesi

Mezopotamyaşk

Zagros'un yamacindan göçen renklerin
yerleştiği toprak
Düz görmemiş günlerin
başini döndürür ovalari
Horus'un oğullarina gebe tepeleri
Çocuklarinin yüzü
Hitit güneşinde
Başinda, barişa dönük geyikler

Aşklariysa sarhoş
Koca adamlarin ölüsünde akbabalar
Kaybedilen savaş ganimeti
özlemleri

Mümbit Hilal kendini gençligine satmiş
Artik güneş tarihten doguyor.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Şirk

Malula'lı İsa'nın dilinde türküdür
Baba oğul ve kutsal ruh ilahisi
Yaratan ve bağışlayan Allah'ın adıyla

Kendine yüz çizer tafoni
Suriye'nin her daim yazlık bahçesinde
Azize Tacla'nın çehresine gizlenmiş
Tüm isimleri tanrının
    her biri birbirinden yabancı
Körpe zihinlerin kayıp inancına yerleşmiş
Yerin yedi kat üstü

Hades:
   Derinkuyu'da mahpus.

3 Şubat 2012 Cuma

Krizantem şarkısı

Saklayıp utancımı yanağımın pembesine
Yüzümün yalazını rüzgara sarıyorum
Sokağın en yalnız olduğu saattir bu

Yakamozun denizi öpüşünde gizlidir
En güzel şiirin yazıldığı parşömen

Dudağımın kıvrımına mahsus
Issız
Çöl güneşinin alevi
Teninin ayazına yorgunum

Çekik gözlü çocukların dünyası gibi ufak
Güney göçmeni kuşların yolları kadar uzaktır
Akçaağaçla stratüsün kavuşma ihtimali
Yasak ilişki meyvesi: güz yağmuru.

Süreya eylemi

15.yüzyıl Nemrut'u
Kaynıyor yeryüzü
Bacayı saran ateşin hükmü geçmez
Göğe kavuşmak isteyince yerin altı

Aynı anda Bayan Sahra
-ki kendini adında taşır-
Bahadada salınıyor
Peşinde üçbeş kaktüs ıslığı
Ağızlarda az çözünmüş çöl
Susuzluğun sarı kuraklığı

Kafasının dikinde kıyı
Bilerek asla kavuşamayacağını
Ufuktaki köpük duvaklı dalgasına
Ağıtlar yakıyor yalıyarlara
İntiharı en başından planlı

Böyleyken dünyanın hali Cemal Abi
Elde değil seninle Kars'a gitmemek
Çünkü aşk çocuklarında da aşkı
Hayat kısa dedin  ya kuşlar da uçuyor.

26 Ocak 2012 Perşembe

Jeune nana Belle nana

Aujourd'hui monsieur
pardon, vous vous trompez
parce que c'est la vie
et je suis dans la lune.

Gel-Git

*
Su-çıkanın lanetinden
Birkaç saniyeyle kurtulan adam
Ardına bakıp ekinini görmeyince
Kendini yardan aşağı atmış.
*
Ay elli dakika gecikince
İntiharından kurtulan kadın
Napsın?
Evine gidip yemek yapmış

12 Ocak 2012 Perşembe

Artemis'e

Canına yandığımın hayatı.. Ne verdin ki ne alıyosun?
Bi kız tanıyorum ben, dünyanın en güzel kızı. Teninde güller açan, mevsimlerin değiştirmeye kıskandığı, çiğ damlası kadar masum, ıslak kediler kadar şeytan, orman perisi kadar güzel bir kız. Öpmek için dudakların kıvrandığı, değmek için tenlerin çarpıştığı, görmek için yollar aşılan ela mı ela boncuk mu boncuk bir kız. Bir kız tanıyorum, İstanbul kıskanmış da yokuşlanmış, İzmir'in gözü yaşlı, deniz ona kabarmış ve kuşlar ona uçuyor.Bir o böyle sevilir bir de anneler. Çünkü tanrıyı öldüreli çok olmuş..
-Rüzgarın değmeye utandığı yüzüne çarpan her avuç tanrıya açılsın, açılsın ki boşa çıksın aminleri.
Yağmurun ıslatmaya çekindiği gözlerinden akan her yaş için kazanları kaynasın.
Doğmamış çocuklarının vebali boynuna dolansın ki rahat etmesin yatağında geceleri.-
Biliyorum, kızarsın okusan, susarsın ama hayata yanarsın. Küfretmek gelir içinden içine atarsın, dayanırsın, dayanmışsın, dayanacaksın. Her şeye rağmen sevilen insanlara şaşarsın, ayıplarsın kendini, sorarsın ama cevapsız kalır soruların çoğu gibi bunlar da.. Çünkü biz tanrıyı öldüreli çok oldu.
Vanilyalı kahvenin kokusu seninle bütünleşti bugün. Yünden atkım bile kesmedi soğuğunu hayatın ya, eli sopalı kadın yapıp çıkaracak beni İzmir'in havaları, yaşamın avareliği, başıboşluğu, kendini bilmezliği... Biz bilelim kendimizi ve sen bil omzumdaki yerini.
Bir de seni ne çok sevdiğimi, arkadaşım...

her şey bâtıni! ve hüzün
        hüzün
en büyük muhalefettir şimdi

9 Ocak 2012 Pazartesi

Ocak Yandı, Sıradaki Şubat

  Gezdim tozdum döndüm durdum baktım kimse beni görmez olmuş ben kimseyi bilmez olmuşum... Dünya dönmüş, nergis solmuş, ki sabah kokusu burnuma dolmuştu.
   Masallar çocuklara, ağıtlar büyüklere yazılır. Bazıları hayatını hem dünyada hem metafizikte sürdürür. Çocukluğa doymak için sokaktaki portakal ağacını erişilmez tepelere kadar soyup, yeşilleyip; köseleşmiş dalların üstündeki turunculara bakıp iç geçirmek gerekir. Mahallenin çıkmaz sokaklarına taştan kaleler kurup şövalyeleşmek, toyluğun bulutları arasında top koşturmak, yaz gelmeden kumda yapılacakların provasını etmek..
   Çocuk, çocuk olmak için portakala doymalıdır derim ben. Hep bunu derim. Hiç durmadan bunu söylerim ki annem hep kırk kere söylersen gerçek olur der. Hep her şeyin en iyisini annem bilir zaten. portakalı bile en iyi o soyar ben hep elime yüzüme bulaştırıyorum suyu akıyor sarı sarı yapış yapış oluyor ağzımın kenarına parmağıma avcumun içine kadar akıyo yıkamam gerekiyo sonra ama genelde mahalledekiler çağırdığından suyla zaman kaybetmek istemiyorum hemen koşuyorum hem biz zaten çıkınca portakal ağacına tırmanıp yine yiyoruz sonra yine akıyo sarı sarı yapış yapış...
   Ah çocuğum senin masalını kim anlatsa? Ağıdını kim okusa kaşına gözüne kurban olduğum. Bir varmış bir yokmuş derken kim ah etti kim yoğ etti de varlığına hasret bıraktı bu tozuna taşına lanet olası yerde. Yaşına başına bakmadı kör olasıca, ateşlerde yanasıca, Allahından bulasıca. Ah çocuğum ağıdını kim yaksa develer cüceler ülkesinde. Kim söylese bezelyenin sırrını da kim sorsa kötü büyücünün hesabını.
   Sizin hiç babanız öldü mü?
   Benim bir kere öldü kör oldum.

   Benim bi kere öldü ama zaten babalar bi kere ölür. İki baba olsaydı iki kere ölebilirdi ama bitane olduğuna göre bi kere gidebilir. Zaten gidince dönenini görmedim ama annem hep der ki babalar ve anneler ölünce bulutların üstündeki gökkuşağı ülkesine gider aşağıda kalan çocuklarına bakıp gülümsermiş. Peki dedim anne dedim ya çocuklar babalarından önce gitmek isterse dedim tövbe tövbe ama babam zaten ölmüştü o yüzden bu mümkün değildi ama hala annemden önce gidebilirim bu sefer yarışı ben kazanabilirim. Altınları ve çiçekleri ve portakalları hiç bitmeyen ağaçları ben bulabilirim sonra hepsinden sepet sepet toplayıp anneme hediye edebilirim çünkü annem hediyeyi çok sever. Babam eskiden elleri çiçek dolu poşet dolu gelirdi işten o zaman annem çok gülümserdi. Güneşe benzerdi, nergise benzerdi. Artık hep ağlıyor.
   Anne seni seviyorum.
   Dünya döner nergis solar. Çocuk çocuk olmak için portakala doymalıdır derim ben.Hep bunu derim.

5 Ocak 2012 Perşembe

lafuguzaf

*
Boş kalmaya mahkum otobüs firmasının
Boş kalmaya mahkum arka koltuğuna
Daha uzun mastürbasyon yapabilmek için
Müdavim olmuş adamın
Fantezisinden ibarettir hayat.
*
Uzun iş seyahatlerine giden biricik kocanın ardından
Tatile gönderilen hizmetçi kadından sonra
Eve gelip giden bakkal çırağı yeniyetmenin
Kokoş bayanın yatağında bıraktığı
Beyaz yapışkan izlerdir hayat
  ve kokusu çıkmaz odadan oğlan çıkana kadar.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Bahar-ı Boğaz

Çengelköy'deyim.
Tarihi Çınaraltı Aile Çay Bahçesi'nde, gözlerim Boğaz'dan geçen gemilerde, iri iri martılar suya dalıp çıkarken ve karşı kıyıda da hayat devam ederken çayımı içiyorum.İstanbul büyüleyici. İstanbul taşlardan, arnavut kaldırımlarından, Ermeni Kiliselerinden, sinagog ve camilerden, Galata'dan, Kadıköy'den, dünyaca insandan ve bi dolu kuştan daha büyük. İstanbul hayat. Bir yanında kuşlar güneye göçüyor, bir yanında sigara dumanı... Öte yanda gökdelenler yıldızlara gitmeye kararlı, beride güzel gözlü kızlar mendil satıyor. Hava soğuk, güneşli. Dün ıslanıyordum. Hayat güzel.

İstanbul büyür, gözlerini açtıkça..