14 Ekim 2021 Perşembe

p.n°27

 -Selam yazan, uzun zaman oldu görüşmeyeli, nasılsın?
- Jules, görece iyiyim, birkaç günlük tatildeyim diyelim. İyi yakaladın. Sen nasılsın? Elie iyileşebildi mi? 
- Aslında sana biraz bunun için geldim. Elie iyi, yani en azından doktoru ciddi diyebileceğimiz bir sorunu olmadığını söyledi ama bizim aramızda bir duvar örülmüş gibi hissediyorum. 
- Ciddi bir sorun olmamasına sevindim. Yine de can sıkıyordur tabi, hastane ortamında güzellik görmek pek kolay olmayabiliyor. Neden uzaklaştığınızı düşünüyorsun? 
- Aslında anlamakta zorlanıyorum, kadın olmadığım için belki de. Onu ne kadar sevdiğimi biliyorsun, sadece kollarımda olması ya da ne bileyim, onunla kahvaltı hazırlamak veya Chalvagne'in ormanlarında sessiz yürüyüşlere çıkmak benim için doğallaşmış keyifler, huzur anları ama sanırım o aynı şekilde hissetmiyor. Çatışmalarımız sertleşti sanki. 
- Şaşırdım biraz, siz hep o özenilen, farklılıklarıyla yaşamayı bilen çiftlerden oldunuz. Bruce'un mahkemesini düşünüyorum mesela, Elie ne kadar da kızgındı, sense neredeyse alkışlayacaktın. 
- Doğru diyorsun, birbirimize müdahale ettiğimiz anlar hep saygı çerçevesinde oldu, sanırım biraz bunun sayesinde. 
- Kadın olmadığın için anlayamadığını düşündüğün mesele nedir? Biraz cinsiyet rolleri stereotipi içeren bir cümle olduğunu düşündüm, hızlı mı davrandım? 
- Rahatsızlığının sebebini biliyorsun, son iki yılda jinekolojik onkoloji bölümünde epey zaman geçirdik. Belki de kendi hastalığıyla alakalı bir ruh halinden ötürüdür bu uzaklaşma hissi, bilmiyorum. 
- Anladım şimdi. Ne gibi davranışları sende uzaklaştığınız hissini uyandırıyor? 
- Kendi hayatına odaklandı epeydir... Yani kendi hayatına odaklanması tabi ki çok güzel, hastalığının derdine düşmesini engelledi bu. Neşesi de hala yerinde, dudağının kenarında sık sık beliren o gülücük kıvrımına bakıp hayran olmaya devam ediyorum. Çevre köylerdeki ilkokul ve kreşlerdeki çocuklarla felsefe atölyeleri yapıyordu biliyorsun. Geçtiğimiz yıl bir çevirmenlik eğitimine de katılmıştı. Şimdi resim kursuna gidiyor. Çocuklar için  Fransızcadan senin diline doğru felsefe kitapları çeviriyor. Üstelik resimlendirmelerini de kendisi yapmak istiyor. Bir sonraki hayali de her şeyiyle kendi felsefe kitabını yazıp-çizmek, 6-8 yaş grubuyla sosyalist kavramlar üzerinde çalışmak istiyor. Yani işte sürekli meşgul, sürekli yapacak bir şeyleri var ve resmen çok az görüşüyoruz.
- Ne kadar güzel şeylerle ilgileniyor böyle! Ama tüm bu anlattıkların ancak onu daha fazla özlemene yol açabilirdi, sana uzaklık hissettiren başka şeyler var gibime geldi. Şüphelendiğin şeyler mi var? 
- Açıkçası tüm bu koşuşturmaca içinde sık sık yeni insanlarla tanışıyor olması biraz kıskançlık uyandırmıyor değil. Neticesinde ben çok sakin bir adamım biliyorsun, civar semtlerdeki elektronik cihazları tamir ediyorum burada da. Bir de Chalvagne'a yerleştiğimizden beri bahçeyle ve buranın işleriyle uğraşıyorum. Bruce'la epey iyi anlaşıyoruz, düzenli olarak görüştüğüm bir onlar var zaten, bazen de Ömür ve Marie-Luce geliyor ziyaretimize. Biraz sıkıcı bir hayatım var anlayacağın, onunkine kıyasla yani. Yine de başka birine ilgi duyabileceği ihtimalini düşünmek istemiyorum. Yani ikimiz de kendisini başkalarıyla flört ederken bu yabancı gözler üzerinden kuran kişiler değiliz. İlgi gördüğümüzde hemen şekil değiştirmiyoruz. Biliyorsun öylelerini, üzerlerinde hissettikleri gözler aracılığıyla duruşları değişiyor. Bu minvalde bir kıskançlık değil anlayacağın. Ayrıca Elie'ye güveniyorum. Bence bana karşı sevgisi başka birine karşı hissettiği duygular yüzünden azalmış olsaydı bunu mutlaka dile getirirdi. 
- Şüphelendiğin şeyler mi var derken kıskançlık meselesini kastetmemiştim aslında, konuyu sen açtın. 
- Tu m'as eu. Doğruyu söylemek gerekirse aklıma ilk olarak Elie'nin hayatında başka birisinin olabileceği gelmişti. Kıskançlık işte, tanıyorsun bu duyguyu, kurtçuk gibi deşiyor. Sonra bir akşam Bruce'un yanına gittim. Sylvia Eritre'ye korsan arkadaşlarını ziyarete gitmişti, oradan da sana gelecek sanırım. Neyse yalnızdık yani. Evde şarap yapmaya başlamışlar, son yaptıkları böğürtlenli şaraptan bir şişe açtık, çok lezzetliydi bu arada. Sen tatlı şarap sevmezsin ama uğradığın zaman mutlaka denemelisin, bu işi gerçekten çözmüşler. 
- Söylediğin iyi oldu, belki Sylvia gelirken getirmeyi öngörmüştür. Bruce'la konuşmanız bir şeyler değiştirmiş belli ki. 
- Tabi, onların ilişkisinde de benzer bir dinamik var biliyorsun. Yani Sylvia işte... Sylvia gibi. Etrafında sürekli birileri var. Üstelik Bruce benden de beter, burnu kitaplardan çıkmıyor. En son sarımsaklarına köstebek dadanmış, onu öldürmeden ve toprağı zehre boğmadan sarımsakları nasıl kurtaracağını düşünüyordu kara kara. Ama keyfi yerindeydi, seni çok özlüyor. 
- Ben de onu çok özlüyorum, bir ara hep beraber buluşmalıyız. Belki bir şölen düzenleriz! 
- Cidden çok güzel olur! Hatta konumuz da Eros olsun! 
- Az düşünelim bu işi, diğerleriyle de konuşalım hele. Ee...
- Eesi, Bruce bana Elie'nin de Sylvia'nın da nasıl da kendi merkezlerini bulabilmiş kadınlar olduklarını hatırlattı yeniden. 
-  Ne kadar güzel bir tabir bu! Bence ikisini de iyi betimliyor. Size dönecek olursak, meselenin bir kıskançlık problemi olmadığı konusunda Bruce da hemfikir, değil mi? 
- Evet o pencereyi kapattım ama yine de bahsettiğim duvarın varlığını hissetmeye devam ediyorum. Dolayısıyla sorun çözülmüş değil...
- Peki Elie'yle konuşmayı denedin mi?
- Kıskançlık mevzusu bende bir nevi kibir yaratmıştı, bana bunu nasıl yapar sorusunu beraberinde getiriyor tabi. O katmandan kurtulunca ben de Elie'yle konuşmaya karar verdim. İşinin olmadığını bildiğim bir akşam konuyu açtım. Kadın olmadığım için anlamıyor olabileceğimi düşündürten de bu konuşma oldu aslında. 
- Nasıl başladın söze? 
- Aynı sana anlattığım gibi, bir süredir aramızda bir soğukluk olduğunu hissettiğimi, bunun beni üzdüğünü, ilk önce kıskandığımı ama Bruce'la dertleşip bu konuyu içimde de kapattığımı söyledim. 
- Netliğin ve dürüstlüğün beni hayran bırakıyor Jules. Neredeyse gurur duyacağım seninle, üsttenci geldiyse affedersin. O nasıl bir tepki verdi? 
- Aslında beni çok şaşırtan bir cevabı oldu, bu soğukluğun farkında olduğunu, bunu kendisinin yarattığının bilincinde olduğunu ama önüne geçemediğini söyledi. 
- Nasıl yani? 
- Ben de bu noktada tıkanıyorum işte. Rahatsızlığı yüzünden bir süredir cinsel iletişimimiz sınırlı ama ben bunu asla sorun etmedim, etmem de. Biraz direkt olacak mazur gör ama ellerim onun teninde gezindiğinde bile heyecanlanıyorum ben hala, sarılıp film izlediğimizde huzur doluyorum. Bu eksikliğin ona ağır geldiğini söylüyor. Sanırım kendisini yetersiz hissediyor.
- Sen nasıl hissettin? 
- Ben rahatlamayla kırgınlık arası bir yerdeyim. Kızgınım da biraz, daha çok kendime. 
- Farklı duygular yani. Açar mısın tek tek? 
- Evet biraz karışık... Rahatladım aslında çünkü sorunun bana karşı duyduğu sevginin azalmasıyla alakalı olmadığını iletti bana. İlişkimizi bitirmek gibi bir amacı ya da kaygısı da yokmuş, "sen istemediğin sürece" diye de ekledi. Deli kadın ya, ben istemediğim süreceymiş! Dolayısıyla geri kalan her şeyin çözüleceğine inanıyorum hala, saygımızı kaybetmeyelim yeter ki.
- Ne kadar güzelsiniz... Peki neden kırgınsın? 
- İlişkimizi ya da birlikteliğimizdeki konumumu cinselliğe indirgemiş ve oraya bağlamış gibi hissediyorum. Onun rahatsızlık duyduğu, bazen acı çektiği, doktorlara gidip geldiği böyle bir mevzuda nasıl olur da benim yoksunluk çektiğimi düşünür? Beni bu kadar mı tanıyor yani ? Benim o uçkurunun peşinde düşünen erkeklerden olabileceğimi mi zannediyor? Ne bileyim işte, benden şüphe duyduğunu hissettim ister istemez. 
- Meğerse onun da şüphelendiği şeyler varmış yani! 
- Evet, kıskançlığın bin bir tonu işte...  
- Kıskançlık denebilir mi bunun adına emin değilim Jules. Sonuçta kadın bedeninin tekil ilişkiye özgü bir şekilde yaratılan sıfatlarından önce seks objesi olduğunu biliyoruz. Ataerkiyle müzakere etmek zorunda olan kadınların kendi bedenleriyle barışmaları ve onunla "kendinde şey" olarak ilişki kurmaları pek kolay olmayabiliyor, görüngü çarpık olunca da... 
- Aramızdaki mesafenin onun kadınlık kompleksleriyle alakalı olduğunu söylemeye mi çalışıyorsun? 
- Kadınlık kompleksi derken ne ifade etmeye çalışıyorsun? Sanki suçun yönü Elie'ye dönmüş gibi oldu birden bire. Umarım ona böyle hissettirmemişsindir. 
- Bu konuda günah çıkarmalıyım sana. Zaten kızgınlığım da biraz bu noktayla bağlantılıydı, seninle asıl konuşmak istediğim yer de burasıydı. Ona nasıl hissettirdiğim konusunda pek mesai harcamadığımı fark ediyorum bu konuşmadan beri. Yani benim için çok doğal gelişen anlar var, örneğin ona ne kadar güzel olduğunu söylemekten asla yorulmayacağım, doğru çünkü. Ya da çocuklarla nasıl da güzel bir iş çıkardığını ve iletmek istediklerini onlarla oyun oynarken ne kadar başarıyla iletebildiğini biliyorum ve bunu ona söylemekten imtina etmiyorum. Sarılıp film izlediğimizde ne kadar huzurlu olduğumu da görüyor olmalı. Asla rollere bürünmeye kalkışmadım. Tam aksine, kendim gibi olabildiğim alanlar yaratıyor bana, ona bu kadar bağlı olmamın en büyük sebeplerinden biri de bu belki de. 
- Buraya dönelim ama kadınlık kompleksini hala tanımlamadın Jules'cüğüm. 
- Ya işte ben senin gibi kavramlarla konuşamıyorum ama kadın bedeninin cinsel nesne olarak sergilendiği reklamları, filmleri biliyorum ve sinirlendiriyor bu durum beni. En basitinden Elie'yle canlı müzik çalan bir restorana gittik yakın zaman önce. Yan masadaki erkeklerin dönüp dönüp Elie'ye bakması canımı çok sıktı ama o bunu pek umursamıyor gibiydi. Şimdi düşünüyorum da, bu gibi bakışlarla rahatsız bir şekilde yaşamayı ve keyiflerinin kaçmasını engellemeyi öğrenmiş olmalı bütün kadınlar. Sonuç olarak bu düzenin içinde kadın olarak var olmak onun da kendi bedeniyle kurduğu ilişkiyi etkiliyor olmalı. Arzuyla bakılan bir beden olmak kimisinin hoşuna gidiyor ama Elie öyle biri değil, biliyorum. Yine de bu düzende hayatta kalma stratejileri geliştirmiş olmalı, her kadın gibi. Bu anlamda komplekse dönüşmüş bir şey olabilir diye düşündüm. 
- Haksızlık ettim sana, ben de böyle düşünüyorum. Sistem içi ilişkilenme biçimleri yalnız insanlar arasında ortaya çıkmıyor, kadın-erkek insanların kendi bedenleriyle kurdukları ilişkilere de sirayet ediyor. Sen de saçların döküldüğü için yakınmıyor musun?  
- Ay o konuya hiç girmeyelim. Neyse tamam ama ben böyle insanlardan mıyım? Benden uzaklaşmasına neden olan şey nedir? Burayı çözemiyorum. İstemeden yaptığım şeyler mi var? İlişkimizde onun da olduğu gibi konumlanabileceği bir alan açmakta başarısız mı oluyorum? İstemeden onun nasıl hissettiğini önemsemeden mi davranıyorum acaba? 
- Fenomenologların ve onlardan ilham alan sosyal bilimcilerin bir teorisi var biliyorsundur, sembolik etkileşimcilik olarak adlandırılıyor. Sapkınlık (deviance) üzerine yaptıkları çalışmalardan yola çıkmış bu teori ama tabi genelleştirilebilir. Sapkınlığın insan doğasına ait bir nitelik olmadığını, sapkın davranışlarda bulunanların "sapkın" olarak imlenebilmesi için dış gözün bahsi geçen eylemi ve kişiyi sapkın olarak işaretlemesi gerektiğini öne sürüyorlar. Bu kuramcılar için toplum her daim oluş halindedir, durumlar kişiler arasında anda üretilir. Bu üretim anlarında etkileşim içinde bulunan bireylerden herhangi birine dair üç düzlemden bahsedilebilir: Bireyin kendisini nasıl göstermek istediği ve buna müteakip davranışları; bireyin karşısındakinin tavırlarını ve sözlerini nasıl yorumladığı; ve kendi davranışlarının karşısındaki insanda ne gibi tepkiler yaratacağına dair yürüttüğü tahminler ve ardından gelen ikincil tepkiler. Bu üçüncü aşama, her birimizin iletişim esnasında karşımızdaki kişi adına kararlar vermemize, onun nasıl düşündüğünü ya da düşünebileceğini bildiğimizi zannetmemize sebep olabiliyor. Üst-benliğin, yani bize ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini dikte eden dış sesin fosilleşip zamanla prensip olarak yerleştiği düzlem burası. Tabi benim gibi bir kendine-rağmen-akılcı için bu düzlem aynı zamanda ortak eş yaşamı düzenleme işlevini yüklenebildiği oranda oldukça faydalı ama senin Elie'yle kurduğun ilişkideki şekli sorunsallığına ışık düşürmüş gibi gözüküyor. Bilmiyorum çok mu soyut konuştum? 
- Hiç de değil. Bu düzende kadın olmanın getirdiği ve gerektirdiği stratejileri konuştuk ya öncesinde, birbirine bağlandılar aslında, değil mi? Elie kendi bedeniyle kurduğu ilişkiyi -ve şu an tırnak içinde sorunlu bir bedene sahip olduğu düşünüldüğünde-, benim vereceğim tepkileri kadın bedenine yönelik dış seslerden miras alıp istemeden de olsa içselleştirdiği kurallarla göre yorumlayarak ve hatta kendince öngörerek yürütüyor olmalı. Benimle olan ilişkisi de buradan yaralı olsa gerek, hem de iki yerden: Hem kendi içinde tartışma yürüttüğü Jules'den, hem de benim maddi dünyadaki karşılığımdan. İki evrende de kendi bedeniyle, olduğu gibi ve olduğu haliyle sorun yarattığını düşünüyor olmalı. Ah Elie...  Teşekkürler yazan, koşup Elie'ye sarılmak istiyorum şu an. Dönücem! 
-Biraz hızlı bir veda oldu. Görüşürüz Jules!