11 Aralık 2016 Pazar

Buralarda yazmak eylemine pek deger veriliyor ama ne yazdigin hakkinda konusmani istemiyorlar. Ben de onlara anlatmiyorum zaten. Kimse dilimi bilmiyor. Siz sevgili cekirdek citleyicileri, siz biliyorsunuz. Biliyor musunuz? Tanimadigim bir kafenin tanimadigim duvarlari arasinda, tanimadigim sandalyede cok tanidik kicimla oturuyorum. Politik muhabbetlerden hoslanmayan insanevlatlarinin kulak zarlarina suikast girisiminde bulunuyorum. Ne yazik sesleri kelimeye dokememek. Ya da duygulari. Kendi hislerini dinleyebilmeyi kitaplardan ogrenebilir insan. Evet.

Su anda bilincakisi yapmaya ihtiyacim var sanirim. Hem Turkce yazmayi ozledigim icin hem de daha once de basvurdugum bir stratejiyi yenilemek icin. Tek sorunum kendi dilimi o kadar da kolay kullanamiyor oldugumu gorup uzuluyor olma halimin farkinda olmam. Sadece uzuntu icinde kalabilseydim stimule edici olabilirdi ama bilinclilik hali akiskanliga ket vuruyor. Sanirim her strateji kullanicisinin tam kontrolunde kalmiyor. Cabama saygi duyulabilir yine de. Ben duyuyorum, simdilik. 

Muzigin gucunun kafe sahibinde olması cok aci. Su an sadece kulak zarima degil muzik hafizamin ve hucre titresimlerimin tamamina bombali saldiri duzenliyor. Yaratici olsaydi yenilik arzuma kalaylayip kabul edilebilir bir sekle sokabilirdim ama tatsizca tekrar yuklu ve beyin eritici. Kulaklarimdan akan yapiskan rasyonelligi sezebiliyorum, sin-si-ce-i-ler-li-yor. 

Koprucuk kemigi neredeydi hatirlamiyorum. Bu hafiza kaybinin nedeni bilimsel koksuzlugum mu yoksa islemeyen demir pas tutar hesabinda kendini temizleyen kelime dagarcigim mi emin degilim. Tatli bir yani da yok degil bu hissiyatin, itiraf etmeliyim. Bilmiyorum kac gun oldu, cekic, ors ve uzengi dedim kendi kendime, durup dururken, agzimdan cikan baglantisiz sozcukler, kendi anlamsal iliski aglarindan tamamen bagimsiz olarak dilime, ordan da dunyanin ses haznesine dokulduler. Kendi kendime durumumla alakasiz kelimeler fisildadigimi anladigim saskinlik durumundan kurtuldugumda, yarisi isci teri yarisi toprak kokan bu basit kelimelerin aslinda birer (ve bir) anlamlarinin oldugunu, bu yetmezmis gibi bir de benim bu anlamlari bildigimi fark ettim. Aydinlanma aninin tadi bir baska ama trajik etkiler baskin gelebiliyor. Yabanci dil ogrenirken mesela, bir kelimeyi biraz icgudusel olarak cumle icinde kullandigin zaman onu ogrenmis oldugunu fark edip gulumsuyorsun (insanlar da genel olarak mutlu biri oldugunu dusunuyorlar - bunu konusma eyleminin istes kokune dayandiriyorum-). Ama zaten icinde buyudugun ve ugruna bebekligini heba ettigin bir dile ait kelimeleri bildigini fark etmek asalakliktan baska bir seyin gostergesi olmasa gerek. Ya da sadece fazla uzaklarda yasamanin etkisidir. 

Kendimi bildim bileli demeyi oyle ozledim ki, bu kelime toplulugunun aslinda ici bos bir kutuk kadar bile ses cikaramayacagi bilgisini umursamiyorum( bkz. kutuk orneginin tutarli olmadigini umursamayisim). Sanki kendini bilmeme anindan bilme durumuna gecis lokalize edilebilirmis gibi. Turkcemizi yabanci dil etkilerinden kurtarmamiz gerektigini ilk okuldan beri suratimiza carpiyor oysa agzi kurt tutunu kokan edebiyat ogretmenlerimiz. 1071 Malazgirt zaferinden beri neler gordu gecirdi bu topraklar, kac azinligi gozunden sevdiler, bilmeseniz -de olur - diyemedikleri icin... neyse, beceremeyecegim. Fazla "zorunluluk duygusuyla" yukleniyorum boyle konularda. Evet. 

Kendi kendine konusmanin bir sikinti teskil etmedigi, ustelik kimsenin seni garip insan olarak yaftalamadigi (oyle degil mi?) tek alanim olan bu elektronik yazi tahtasinda ellerim tuslar uzerinde boylesine akici ve hizli dolasirken beynimin aktardigi kelimelerin art arda diziliminin bi anlam boslugu, duzensizligi, karmasasi ya da basitce boktanligi yaratip yaratmadigini umursamadan, cumle dusukluklerimi kaale almadan, kaal sozcugunun  var olup olmadigini varsa boyle mi yazildigini sorgulamadan, parmaklarimin hareketlerine neredeyse izleyerek tanik olmak, onlar kipirdanirken nefes alip verdigimin farkinda olmak, sigarayi birakmaya calismak -aktarimda kopukluk veya nikotin parazitligi- saniyelerdir durmadan ses cikariyor olmam ve aslinda bu yazdiklarimin bir anlamlarinin olup olmadigini -eminim- surekli sorgulayan arkamdaki koltuklarda oturan insanevlatlarinin varliklarindan biraz hosnut ve biraz rahatsiz bir sekilde yazmaya devam ediyorum ve TANRIM BU NE KADAR DA RAHATLATICI!

Tanri varsa, yani doga
her akilda yeniden doga doga
bir gun elbet olecektir.


27 Eylül 2016 Salı

Firtina durmus gibi, sessizlestim.
Kendini sevmiyorsun. Var olusundan sikayet ettigin icin degil, kendini maddelestiremedigin icin. Baskasinin gozleri olamadigin, iliskilerinin toplamina anlam veremedigin, tarihini noktasallastiramadigin, bilimini yapamadigin, sonucunu yazamadigin, deneyini sartsizlandiramadigin icin. Ulasamadigin icin. Oyle cok birakip gitmis ki seni, tekrar tekrar, gun be gun, sofrada, otobuste, basucunda, yalnizliginda, sevisirken, kanarken, buyurken… Kendini sahiplenebilmek icin ellerinle dokunmak isteyisin bundan olmali. Sen de tuttun, beni sevdin diyelim…

Kendimi sevmiyorum. Var olusumdan sikayet ettigim icin degil, sevmenin bir turunu hafife aldigim icin. Benim gozlerimdeki cogul insanlik sevmeyi ask romanlarindan, romantik filmlerden ve sevgililer gunu hediyelerinden ogreniyorlar. Yalnizca sahiplenebildiklerini, maddelestirebildiklerini, siniflandirabildiklerini, taniyabildiklerini ve kendilerini istedikleri gibi tanitabildiklerini, evcillestirebildiklerini, kendilerini sessizce, kurnazca, ve farkinda bile olmadan donusturebilenleri seviyorlar. Ben sevmeyi, kaybetmek istemedigim icin zincire vurdugum kopek eniginin buldugu ilk ozgurluk aninda geri donmemek uzere uzaklasmasini izlerken ogrenmisim. Kimseyi yitirmemek icin, kendimi yok etmisim boylece. Kaybettigim sevgiye oyle aglamisim ki, illa sevilecekse eger sevmenin kendisini sevmeye karar vermisim. Bulutlarda yasadigim icin degil ama kufrederken, acilanirken, terk ederken, ozlerken, savasirken, direnirken, gormedigim, dokunmadigim, varligimdan haberi bile olmayan yasam alanina dahil olan Her Seyi sevmeye devam edebilmek icin.

Ben yani, Sen’i sevemem, ozellesmis varligini evrenden ayirt edemem, maddelestirip kendimi esitledigim hissî butunlukten soyutlayamam, diger ‘ben’ lerle arana nicel goreceli deger farki koyamam, maddesel ortakligimiz evren'selligimizden ustunmus gibi davranamam. Kendimi kandiramam. Ben zincire vurulsa ol'maz, vurulmazsa durmaz iken... Sen benim seni terk etmeme ihtimalimi severken...

Goruyorsun, her tutku birlestirici degildir ama her seye ragmen yildiz tozu degil miyiz ikimiz de? Sorsam, simdi papatyan ne diyor?



Sophie

anasinin karnindan erkek gibi dogan kadinin un ufak hayati
donusumunu tamamladiginda kucaklara dusmus
sanmayin bertaraf
kucaklar tasimak icindir deyip
sehirlerarasi asiklar edinmis
kurklerle isinip kurbaga bacaklari yemis
sevismek parayla mi
yatagini gul yapraklari bezemis
diyor biz kiz kardesiz
senin toren benim agitimdir.

23 Ağustos 2016 Salı

Fikra

(Gece. 20 yaslarinda bir erkek koy evinin penceresinden bahcede duran Simone de Beauvoir'la asik asik bakismaktadir. Simone elindeki sazi calarak Fransiz aksaniyla turku soylemektedir.

Oy goresim geldi sevdigim seni
Dumanli dumanli oy bizim eller
Nasil unuturum korpe yavrumu
Dumanli dumanli oy bizim eller.

Bir iki dakika sonra odanin isigi yanar. Iceriden yemenili, yaslica bir kadin soylenerek pencereye gelir.)

Kadin
-Yine mi geldi bu laftan anlamaz!?

Adam (Telasli, onunu kapatmaya calisarak)
-Yok annem, dugun varmis asagi bahcede.

Kadin (Terligini eline alir)
-Dugun degil gerdek duslersiniz siz namussuzlar! (Simone'a terligini firlatirken) Buldun korpe oglanimi bir yerlerin tutustu ecnebi karisi! Vermem taze fidanimi daha tezkeresini almadan.

(Simone terlikten ziplayarak kurtulur. Salvarinin cikinindan rulo yapilmis bir belge cikarir)

Simone (R'leri yuvarlayarak)
-Verdik teyze verdik. Bedeli neyse odedik!

23 Haziran 2016 Perşembe

Kara sinek sendromu. Gece, yaz, Sac koklerimde tane tane biriken ter damlasinin olusum surecini hissediyorum. Ensemden yavasca, sessizce, umarsizca kayarak omuzlarima inmesine cok az kaldi. Sakaklarimdaki ritmik hareket hayatta oldugumu degil, cigerlerimi zorlayan havayi kimbilir kac derecede fokurdatan gunesin, insanligin var olma sebebi oldugunu hatirlatiyor. Yeniden olmek icin, herhangi bir anda, herhangi bir yerde, herhangi bir sekilde... Sorumlu tutulur mu? Hicbir sey hareket etmiyormus gibi, alip verdigim nefeslerin hava dolasimina katkida bulundugundan bile emin degilim. Daha cok anaerobik solunum yapiyor olabilirim. Ya da yavasca curuyorumdur, bu bedende. Insanin varliginin bulundugu mekanin bir parcasi oldugunu fark ettigi anlardan birindeyim. Film sahnesinde veya resim karesinde, gozun algiladigi her diger seyden biri olmak gibi. Surekli gicirdayan yataklardan biri benimki de, cikan sesten igrendigim icin kipirdamamaya calisiyorum, nesnelesmem de boyle basladi. Masanin uzerindeki kitaplar yillardir yerlerinden kipirdatilmamis olabilirlerdi. Buharlanmis ve fazla kullanilmisliktan kendi icine cokmus aneroksik su sisesinden en son kimin ictigini acik edebilecek hicbir kanit yok. Zaten bu bilgilere deger veren hic kimse de yok.

Ensemdeki ter damlasi harekete gecti. Dunyada degisebilen bir seyler olmali. Degersizce, ahlaksizca, fark edilmeden ve sorgulatmadan. Cevrili oldugum esyalarin odak noktasi olmak istemiyorum. Ayagimin dibindeki sac, gecesinegi olusu ve toz karisimi yumagi cevreleyen maddelerden biri olmak da istemiyorum. Aslina bakarsaniz sadece farkinda olmak bile agirima gidiyor. Kendi duyu organlarimin elektrigini kesip bitkisellesmek istiyorum. Belki de bu yuzden duvarlar orman resimleriyle kaplanmistir. Ya da yalnizca nefes almaya ihtiyacim vardir. Oysa insani varliga sicak bakip bakmadigimi soran olmamisti. Annemin kacinci inlemesi ve babamin kacinci bosalmasi sonucunda dollenmisim kimbilir. Kac kere icine kisildigim bedenlere ve su yuvasina lanet okuyup kontrolunde oldugum tum hucreleri seferber ederek kendimi saga sola carpmisimdir. Ailem olduklarini iddia edenler de insanlastigim icin sevinip ilk ayakkabilarimin rengi uzerinden baslayip kendini olaganlastiran agaz dalaslarindan birine girismislerdir. Umurlarindaymisim gibi. Umrumdaymis gibi. Erken dogmamin sebebi insanlasmaya can atmam degil, geldigim yere donmek icin doldurmam gereken zamani mumkun oldugunca ozgur gecirmeye karar vermemdi. Duvarlara konusuyordum, kimse bebekce bilmiyor. 

Simdi dusunuyorum da, bu hayati benim yasadigimi kanitlamamin hicbir yolu yok. Beynimi kemiren sesi duymamak icin kipirdamadan oturdugum bu yatagin uzerinde, baska bir mekanda bu dizilimle siralanmasi imkansiz olan ve baska bir evrende essiz bir sanat eseri kabul edilebilecekken gozumun onunde  masanin-uzerindeki-kitap-yigini olarak beliren sozcuk yiginlarina onlari gormeden bakiyorum. Kitap dizimi kombinasyonlarina deger atfedilen bir toplumda yasiyor olsaydim artist olabilir miydim? Sozcuklerimin benim icin ne ifade etmedigini anlayabiliyor musunuz? Ben varligimi onaylamiyorum, hayat beni var ediyor. Beni sizler yarattiniz. 

Kara sinek sendromu, boyle bir sey olmali. Sicak, gece, tavandan her an dusebilirmiscesine sarkan ampulun etrafinda ucusan bilimum evcil hayvanla ortaklasa yapistigim nem... Bu kara sinege, populerligini insanoglunun goreceli kisa boyuna ve kucuk vucuduna borclu kuslar kadar deger vermiyorum, yine de viziltisinin uyandirdigi davetsizlik hissinden, rahatsizliktan, tiksinme ve emniyetsizlik karisimi insani dikkat yogunlasmasindan sorumlu oldugunu iddia etmiyorum. Masanin uzerindeki kitap yiginina kimbilir kac defa temas etti? Mikroskopik duzey goruntulerine spontane ulasim aliskanligimiz olsaydi, masanin uzerindeki kitap yiginlarini kaplayan toz tanesi dizimi kombinasyonlarini sanatsallastirdigi icin onu artist ilan eder miydik?  Lavrasindan erken ciktiysa sayet, doldurmasi gereken zamani en guvenli sekilde, sicaktan bunalmis, yorgun, dusemedigi tavanda kipirdamadan gunesin dogmasini bekliyor olabilir. Sozcuklerin araciligina basvurmanin zorunluluk olmadigi bir sinekevladi toplum duzeninin bir parcasi olarak, tutundugu tavandan baska-bir-sey-yapmakta-olmadigi-icin benim hakkimda bir sendrom uretiyor da olabilir. Belki de icinden sansina tukuruyordur.

Bacaklarim uyustu.




6 Haziran 2016 Pazartesi

Plath 9: dolunay

Hissetmeyi hatirlamak intihara giden en kisa yoldur. Olmenin de reklamlasmis urunleri var ben hep siirsel bir sonun hayalini kurdum. Olumun sizdigi yasam alanlarini nefes alinabilir kilmak icin uretilen siir'in, var olus zaman-mekanindaki ucurumsal yok-luk'lara tekrar ve tekrar dusurmesi kulaga ironik geliyor. Sonsuz can hakkinin oldugu bir Mario oyunu gibi.

Simdi Bruce, ben seni yine dissallastirmis bulundum birden. Dissallasmis buldum daha dogrusu ama bu sefer sana hic mi hic acimiyorum. Kan dolasimimi mekaniklestirdigimden yahut zavallilik hallerine fazla maruz kaldigim icin degil, artik Bruce gibi gorunmedigin icin. Beni yalnizca benim seni, senin benim seni gormemi istedigin gibi gordugumu sezdigin icin onemsiyorsun. Cunku duraganlasmis hayatini zehirli arzular ve tutku mayinlariyla isaretlenmis egzotik bir bahceye dogru cezbediyorum ve cakallarin eseledigi bir ruya alemini gozlerimizin dokunabildigi her nesneye parfumleyebiliyorum. Cunku biliyorsun ki ben sana ulasamadikca, yillardir caninla, kac ayak yarasi arsinlayip gittigin yerlerden avucunda biriktirdigin yagmur sulariyla besledigin vaha degerlenecek. Cunku donus yolunda kabuk tutamayan acilarindan cok parmaklarinin arasindan damla damla suzulen emegine agladin. Cunku bu col cenneti onemsedigin yek zenginligin. Cunku kaybedilmekten oylesine korkuyorsun ki, vazgecmemeyi ogrenmek icin nice labirentler kaybedip bulmasi gereken, bunu yaparken atese verdigi ormanlarla beraber yanmayi deneyim saydigindan kendini her yanginla cogaltarak yeniden topraga eken, ve ormanlarindan vazgecebilmesini basari sayip gururlanan bu cocugun gunu geldiginde bunca zamandir, bunca yol ve bunca yangindir aslinda atesin kendisinden hic vazgecemedigini anlamasini gormeyi bekliyorsun. Cunku eger zorundaligima tarihsel bir gozle bakabilirsem, seni ozgurce sahiplenebilirim. Cunku biz zamani sezgileriyle olcen tarih varliklari kendilerini ve soluklarinda cozunen niyetlerini birbirlerinden saklayamazlar. Cunku iki siir sozcugu bulustugunda, ask'in yureklenmesi nedensel zincirden bosanir ve konumlandirilamaz bir evrensel boyutta isiklanir.

Bu yuzdendir ki biz, bir ask siirinin yazilmasi icin gereken her sarti yalnizca yan yana insanlasarak gerceklestirdigimizde ezeli ve ebedi bir varolusta butunlesebiliriz. Bu yuzdendir ki ciplakligimizin ayirt edilemez noktasinda kara delikler olusturabiliriz. Bu yuzdendir ki bana sundugun ihtimalî sonsuzluktan dinî bir erdemle korkuyorum. Bu yuzdendir, seni yalnizca gozlerimi kapatarak dusunuyorum, tekrarladikca ezberlenen dualar gibi dokuluyorsun sessiz sozcuklerimden ve varligindan emin oldugumdan degil ama potansiyelinin kudretine hayran dustugum icin sahiplendigim cocukluk tanrima benziyorsun.

Ama Bruce, aslinda ben seni sevmiyorum. Ben senin bana benim senin bana yazdirmani istedigim sozcukleri yazdirmana izin verebildigim icin yaziyorum tum bunlari. Ben aslinda sana yukleyerek mesrulastirdigim sozcukler uzerinden kendimi seviyorum. Cunku gunesli gunler zamani yine geldi. Cunku kalbimin attigini hissettiren icsel ses yansimalarinin carpistigi her vucut-ici deviniminde, sozcuklenemeyen bir sizi torpuleniyor. Cunku hayati hissedebilmek icin ellerimde parcaladigim topragin kokusuna ihtiyacim var. Cunku hayatta olmayi hala ben'lesmek ve dolayisiyla ayrimsallanmak sayiyorum. Cunku aslinda evren'sellesmek ve askla bir olmak toprak kokusundan vazgecebilmeyi gerektiriyor. Cunku asil butunlesebilen, yoksunluguna dustugu asiginin insancil zamanlamasindan kendini sessizce soyutlayabilendir. Cunku zamani sezgileriyle olcen ve soluklarinda cozunen niyetleri birbirlerinden saklayamayan tarih varliklari, kaoslarina kendilerinin de inanmadiklari anlamlar yukleyip, insanliklarinda gizlenirler. Birbirlerinden ve kendilerinden de... Ve belki de kendi tanrilarina, kendi kendilerinin tanrilari olamadiklari icin kufrederler. Belki de yalnizken birbirlerini dusunur ve bilememenin korkunc agirligi altinda bir omurluk izdirabi yuklenirler. 

Bu yuzdendir ki Bruce, aslinda ben seni sevmiyorum. Sen de, her yeni sabirsizligimin esiginde atese verdigim diger ormanlar gibi, evrenin ictihadi isleyisine karisacaksin gunun geldiginde. Bu yuzdendir ki hic vazgecemedigim atesimi, hic sahiplenemeden sevmeye devam edecegim. Bu yuzdendir ki bir zaman, yok etmek yerine beslemeye karar verecegim orman defalarca, defalarca, defalarca yanmis varligimi iyilestirebilecek. Bu yuzdendir ki Bruce, seni de, beni de, siiri de akisina birakiyorum.


5 Mayıs 2016 Perşembe

tension

Tension. Ne kadar rahatsiz edici ama uretici ve var olusa anlam arayisi yonunde dinamizm saglayan bir kavram! Hayati sundugu her ihtimalle kabullenip akisina kapilmak ve mutemadi evetler dillendirmek deneyim yolunu acip cok zengin bir potensiyel sunuyorsa da, hayir demek asili kaldigin noktada nefes almana izin veriyor. Dinlenmek icin degil belki de ama sahsi tarihinin kargasasini analiz edebilmek icin... Bir nevi buyutec ama varligin genis alanini gozden cikarmiyor. Bir nevi duzluk: daglardan gelen homurtulu nehrin sakinlestigi, yeniden siddetlenmeye hazirlandigi ve baliklarini besledigi... Dissallikla "hakiki" tanisma: yayvan; rastlantisal ve tuketici olmayan; odaksal; sezgisel degil hissiyati; ve sabirli.

Yine de bu duraksayis hayatin genel ve toplayici akisi icinde hareket edemeyisin sizisini icinde biriktiriyor. Engellenmislik; dissal donusumun parcasi olamamak dolayisiyla bireysel varligin her microsaniyede kendisini hatirlatisi, hatirlatmakla kalmayip mesruiyet aramasi, hatta bu mesruiyeti yine kendi uzerinden yaratmasi gerekliligi; onaylanma gereksiniminin ikinci plana atilmasi zorunlulugu, kendi koklerine tutunmayi ve ayni anda onlari saglamlastirmayi esensiyel kiliyor. Direnis, bu var olma durumlarindan biri olarak, uc boyutlu bir sekillendirmeyle anlatilabilir belki de. koklenmis yuzeyden yukselen birey ve onu dairesel sonsuzlukta ceken farkli guclerdeki etken, eleman, durus, olay ve aktorler. Bitkisel hayat. Bu metafor cok materiyel kalsa ve dinamizmi olumsuzlasa da hissiyat'in mikro analizinde zaman ve mekan islevselligini kaybediyor. Bir bakis acisi diyelim...


gecmisten yine

Sanirim yine sanirimlarla baslayan bir yaziya basliyorum tekrarlardan azicik cekinerek ama yine de tekrar ederek. Yine sanirim bu goreceli bir erken saat yazmak icin ama yine de tekrar kendimi durduramiyorum. Aslinda yine sanirim bu uzun bir zamanin engellenmisligiyle fiskiran bir anlasilma istegi. Kimsenin seni anlamadigini dusundugun anlarda kendini hedef almak, var olusunu kendi gozunde onaylamanin yaninda evrenin yakin gelecekte karsina cikaracagi oznel derecesiyle zorlu anlarla basa cikabilmek icin icsel butunsellik yaratiyor.

Sanirim bazen boyle ihtiyac duyuyorum yazmaya. Tanriya yakinlasmaya calistigimin en cok farkina vardigim alan bu sanirim. Cunku benim var olmaya ihtiyacim var, tanrinin aksine.

Icimde olup biten her seyi dil kurallariyla oynayarak tanri agzindan yazabilirdim, boylece inanilirligimi da arttirabilirdim, ama her insan her hissi essiz yasarken bilirkisilige soyunmak yalancilikmis gibime geliyor.

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Narcisse

Ben ki kendimden baska kimseyi dusunemememe ragmen ( turkce ne garip bir dil) herkes tarafindan cok anlayisli ve buyuk oranda sevilen biri olarak algilaniyorum. Olaylara bakis acisimi degistirebilmem ve bu duruslarin beraberinde getirdigi hisleri birbirinden ayirt edebilmem ne kadar da garip. Tam olarak kontrol edemesem de zamanlamalarini, yani karar veremesem de hangi bakis acisina ve yasama methoduna ne zaman gecmem gerektigini, bir sekilde ayirt edebiliyorum o anda icinde bulundugumdan baska bir algilama seklinin de var oldugunu. Kotu durumlarda, hosuma gitmeyen anlarda, rahatsiz hissettigimde bu cok yardimci oluyor o hisleri yumusatmak ve gecisini kolaylastirmak, dayanmak ya da basa cikmak icin. Ama mutlu oldugum zamanlarda, kendimi iyi hissettigim bir durumda, henuz bu gecisleri kontrol edemedigim icin, korkuyorum. Eger bu bakis acisim degisirse ve icinde gelistigim ve gelistirdigim micro-sosyalizasyon sureci bosa cikarsa, yeni gelen bakis acisiyla her seye yeniden baslamam gerekecegi icin... Mutlu olmayi yasakliyorum kendime sanki bu durumda. Gelecek korkusuyla bile ilgili degil artik bu durum. Cunku belirsiz bir gelecekten korkmuyorum. Temelsiz degil. Degistigini ve nasil degistigini gordum. Evrilecegi sekli tahmin edebiliyorum. Ani yasamami engellemese de bu durum, bu anin etkilerinin nasil baska bir seye degisebilecegini sezdiriyor. Farkli sosyalizasyonlarla farkli ortamlarda kendimi var edebildigim ve bi nevi kisilik bolunmesine aliskin yasadigim icin de bu degisimlerin cok uzak bir gelecekte olmayacagindan eminim. Son birami icerken bir sigara sarayim.

Ben sanirim kendi dogruculugunun farkinda olmayan bir yalanciyim. Dogru soyleme gerekliligine inancim oylesine yuksek ki ve oyle onemli ki benim icin yalan soylemiyor olmak, normalde yalan soyledigimin dusunulebilecegi contextelerde  toplumca kabul edilen bir yalan taniminca hareket etmemek icin kendimi o anda icine girdigim kandirmacaya inandiriyorum. Tum oznel samimiligimle. Cok net bir ornek vereyim. B A nin eski sevgilisi, A su an C ile beraber, ama gozu D de. E B nin eski sevgilisi ve E ile B, E nin alkol problemi yuzunden kendilerince buyuk sorunlar yasayarak ayrilmislar. Buraya kadar karakterler tamam, gerektiginde ust satira geri donunuz. A B ile beraberken E ile olan hikayeyi bildigi icin kendini ickiyi cok sevmedigine inandiriyordu. Ve yalnizken, dusunurken, yazarken bile kendi ailesindeki icki problemlerini bahane ederek ( aslinda B ile iliskisini surdurebilmek icin) kendisini ickiyi sevmedigine inandiriyordu, ve buna gercekten inaniyor, bu prensibin gerektirdigi yasam tarzinda gucluk cekmeden ve kafa karisikligi yasamadan kendini var edebiliyordu. Simdi hayatinda kayisi suyunu biraya tercih eden C var ve D beyaz sarap icmeye saat 16dan sonra baslayabiliyor. Cnin varliginin Anin ickiye karsi durusuna destek ve Dnin icme potansiyelinin de Anin yeniden ickiye donmesi icin kolaylastirici bir etmen oldugunu dusunuyor olabilirsiniz. Ama dogruculuguna inanmayan yalancilar kendilerini birileriyle beraber degil, onlara karsi kurma ozelligini gosterirler, varlik durumlarini ve aksiyon sarmalanmalarini tehdit eden bir durum soz konusu olmadigi surece... Dolayisiyla Anin C ile beraber oldugu sure icerisinde A , alkolun bireysel zevk ve kural disiliginin cazibesini ve ruhsal var olusa kazandirdigi ozgurlugunu bahane ederek ictigi her biradan zevk almaya, yalnizken ve yazarken bir iki uc kadeh sarap icmeye yeniden basladi. Ve bu dusunce sureci icerisinde D ile olasi bir birlesim durumunda onun alkol estetiginin karsitliginda daha az icmeye baslayacagina inaniyor. Bir de D cok ama cok ama cok ama cok guzel bir kadin. 

Bu ornegi hayatin bu kadar materyel olmayan bir cok alanina genisletebilirsiniz. Ve kendinize mal edebilirsiniz. Ve beni daha iyi anlayabilirsiniz. Ya da anlamayabilirsiniz cunku kendi dogruculugum icinde su anda kimligim uzerine yazilarimdan cikardiginiz sonuclarla hic mi hic ilgilenmiyorum. Yorum yapma cesaretini gosterirseniz bu durusum kendisini degistirecektir. Ama o zamanin geleceginden supheliyim. Hala kendime ve kendim icin yazdigima inaniyorum zira. Bi de bu, normalde bu blogta paylasacagim bir yazi gibi olmadi ama ben yine de paylasacagim sanirim. Edebiyatimi ozledim.  

17 Mart 2016 Perşembe

gokyuzu

" Sevgi, bir kişinin, kendisini bekleyen bir kişinin kendisini beklediğini, bilmesidir. "
ya da
"Bu yüzden düşünmüştüm, senin ile benim 'beyinlerimizle sevişebilme' olanağını
-- olanaklı olmalıydı, bu... "
Baska bir sey dusunemiyorum. Bu hissin baska bir hisse donusmesini istemiyorum. Kaybetmek, hayal kirikligina ugramak, agrimak, dusmek, suphelenmek, sahipsizlenmek, yalnizlasmak, toparlanamamak, hayata ve hissizlige yeniden alisamamak, var olmamis gibi yapmak hissetmek yasamak, sersemlesmek, surintrepeter ediyor olmak, yorulmak, yormak, aci vermek, anlasilamamak, anlamamak, reddedilmek, cocuklasmak, karamsarlasmak, takip edememek, onaylanmamak, dislanmak, tercih edilmemek, alay edilmek, korkmak, sevilmemek, istenmemek degil beni mesgul eden. Dusunmek bile var ediyor tum bunlari. Oysa ben yalnizca bu hissin baska bir hisse donusmesini istemiyorum. Basit.
Dinazorlarin donusu, yazmak istemistim ve de hayvanlari sevelim. Keske sarabim olsaydi biraz, sagligina sekerim. Icimdeki cocuksu coskuya anlam vermek istemiyorum. Varligi yeterince tatminkar. Ama aynaya baktigimda hissettigim Sey'i gormemek beni her seferinde biraz daha uzmeye basladi. Sen benim aynamda ne goruyorsun ? En derin felsefe sorusu budur iste. Sozcuklerde degil vucutsal zaman carpismalarinda, surekli degistigi icin varligi detekte edilemeyen, bu yuzden de rasyonellestirilemeyen, yalnizca sezilebilen bir sey. Baska birinin algisinda var olmak. Aynam bunu gostermekten aciz. Vaz gecmeyecegim. Gozlerindeki bahara inanmaktan usanmayacagim. Evlilik yemini gibi oldu galiba, gavur dilinde cok sey anlatabilirdi. Tanrimin capkinca gulumsedigini gorebiliyorum. Sonumuz hayrolsun. 
Bir sey daha var. Yoktan yaratilan hikayelerden cok hoslandigim malumumuz. Avokado sevmeye zorlandim mesela burda. Kafeste yasamayi, kus'sallanmayi, onlarla paternaliste iliskiler kurmamayi, besleyip buyutmektense salivermeyi; cizdigim resimleri cope atmayi, gozlerimi kisarak bakmayi, omuzlarimi dusurmeyi, sakinlesmeyi, vefasizlasmayi, ayça yaratiminin bir surec oldugunu ve terk edilemedigini ogrendim. Birileri oturtup gozyuzunu izletti. Cok onemli seyler soyluyorum aslinda bu hikayeye dair ama uyurgezer sayiklamalari duyuyorsunuz. Sevmek cok degerli sevgili dostlar, asiklarim, cocuklarim.. 
"Kendi olarak sana gelen" Ben buyum iste. 
- dizeler Oruc Aruoba'dan. 

29 Şubat 2016 Pazartesi

nostalji

Ne bileyim yine kendini tekrar eden o durumlardan birindeyim. Diyorlar, yazmak lazim. Benimse sarki soyleyesim var, icli sarkilar, yaylilar, uzun soluklu uflemeliler, inlemeler, bilirsiniz. Siir yazar gibi dusunmek istiyorum. Tadini almadan raki icmek, agzima koymadan mezelenmek, her bir hucremin nostalji icinde cozundugunu seyretmek, kitap aralarindan sararmis ask mektuplari cikarmak, yillanmis oryantal halinin uzerinde bacaklarimi altima alip gozlerim yasli, sarapli, bogazimda bir dugum kendini baska kelimerle anlatan sozcuklere dalmak istiyorum. Yeraltinin nemli ozlemi... Adimin Sylvia oldugu zamanlardi. Kendimden cok onu dusunurdum, ya da onu nasil dusundugumu. Romantik bir cagrisimi var ormanin, ama ben vahsiligiyle daha cok ilgileniyordum. Daha dogrusu vahsiligi benimle ilgileniyordu, her bir dusunce parcama sinsice karisiyor ve hararetini aurama dagitiyordu. Ta ki kendimi ondan ayri dusunemez ve ormanin derinliklerinde gundelik bir alismislikla yolumu bulmaya baslar hale gelene kadar... Her fark edisimde saskinligimi yitirmiyordum yine de, oyle buyuk bir orman.

Romantiktim o zamanlar, gucluydum. Yakinlasmaktan korkmadan dunyayi parmagimda dondurebilecegimden emindim. Gucum oynatmayisimdan geliyordu, potensiyeller gerceklesmis hallerinden daha yogun bir kuvvet barindirir. Cografyama benziyordum. Anlamini yogurdugum sozcuklerle dusunuyor, degerini yonlendirebildigim hislerle inaniyordum. Sezgilerimi sezebiliyordum mesela. Kuyu derinligi, orman derinligi, siir derinligi, keman derinligi, sisenin derinligi... Batililasmak, yayilmacilikmis gercekten, ya da benim yasadigim boyle. Kim ayirt edebilir? Kuslarla konusuyordum o zamanlar, cikmaza dusmus asklarimi otusuyorlardi. Perdelerin sararmasini dert etmiyorlardi, Kendimi emin ellerde kaybediyordum. Bunun onemini korkudan kaybolamayana kadar bilemezsiniz. Ismim Sylvia'ydi o zamanlar, ve deri kombinezonlar giyiyordum. 

Asik olmayi kendime yasakladigimdan beri hayat cok mekanik, ama en azindan olan biteni kontrol altinda tutabiliyorum. Heyecanlanmiyorum mesela olur olmaz her seye. 
...

Su noktada, eski resimlerin onunde diz cokmus durumdayim. Hayatimin ilerleyis yonunu gozden gecirmem mi gerekiyor yoksa buyumeye mi direniyorum? Sanirim sadece biraz gunbatimina ihtiyacim var.