26 Eylül 2021 Pazar

Öyle uzun zamandır yazmıyorum ki kelimelere de, düşüncelerimi akışında keşfetmeye de yabancılaşmış gibiyim. Yine de yazma arzusunu kaybetmediğimi görmek melankoliye bulanmış bir hoşnutluk doğurdu, alnımda ter damlaları, dilim kuru.

Hayatıma yakın zamanda giren aydınlık bir roman bana sözcüklere zaman ayırdığım vakitlerde hissettiğim huzuru yeniden hatırlattı. Çok değil birkaç yıl öncesine kadar kendi kaleminin izini kaybetmemek için eski yazılarını neredeyse disipline kaçan bir düzenle, düzeltmese de yeniden okuyan ben, paylaşabilme hevesiyle bu alana geri döndüğüm şu birkaç gündür, kendi cümlelerimi uzak diyarlardan gelen ve anı kutusunda unutulmuş mektuplar gibi karşılıyorum. Ne kadar uzun zaman oldu, hoş geldiniz! 

Gülüşümün yapmacık olup olmadığından emin değilim. Geçen zamanın tozu, üstü beyaz çarşaflarla örtülmüş öteberiye bulaşmış mı bilmiyorum, henüz örtüleri kaldıracak cesareti gösteremedim. Orada olduğunu bile unuttuğum hislerin somut dünyada bir karşılığı bulunduğunu idrak edebilmem zaman alacaktır. Şurada birkaç tahta kurdu, sararmış perdeler, bu yanda paslanmış kap kacak ve kurumuş portakal kabukları. Kelimelerin kokusu olur mu? 

Varsın olsun. 

Düğün salonundan gelen cenaze müziği, komşularım. Kayıplarını nefesinde saklayan bir halk tanıdım bu süreçte, sevdaya emek vermeyi öğrenmeye çalıştım. Birçok defa kaçtım, bir o kadar düştüm, yardım istemeyi öğrendim, belki sahici tokatlar atmayı da. Şimdi geri mi döndüm yoksa yurdum beni bulmaya mı geldi, bilemiyorum, ama bu melankoliyle her kavuşmamızda birkaç yaş daha alıyorum, dünya biraz daha sahici görünüyor gözüme, biraz daha sarılıyorum kendime, şefkat arayışında, kıskaçlar arasında, kopuk düzlemlerde, bulunuyorum.

Yazıyla daha sağlıklı bir ilişki kurmayı nasıl da özlüyorum, kaprissiz. Metresine canı can aradığında gelip giden bir züppeye alışmaya çalışmak gibi değil de, sözcüklerinin sorumluluğunu taşıyabilen biri olmak yani. Öte yandan, görece geniş omuzlarımla zamansız kalmak pahasına ufak büyük birçok şeyi yüklenmeye kalksam da bu sorumluluktan ödüm kopuyor. Neyden bahsetsem eksik kalacak, aslolandan şaşırtacak ve en utanç verici olarak da eleştirilebileceğim bir alan yaratacak gibi hissediyorum. Yüzerek yüzleşmeyi tattığımı düşünmüştüm yakın zamanda, suyun kucağında, suyu döverken. Aralanan kapı bu ıssız ama fevkalade tanıdık yuvaya da açılıyormuş.

Şimdi bu yuva, örneğin kendini acındırmaktan gizlice haz duyan bir mizacım olduğunu açık edecek; güçlü kadın görüntüsünün çelişkileriyle başa çıkmaktan bunalıp kaçıp gitmeye yatkın olduğumu da; ya da en sabit ve merkezi yalnızlık anlarımda, sevgisiz kalma ihtimalinden ölesiye korkarak boğulmadığımdan emin olmak için elimi boğazıma götürüp derin bir nefes aldığımı; narsist kişiliğimle barışık yaşamayı hala tam anlamıyla beceremediğimi; çocukluğuma ve benimle çocuk olanlara kendimi affettirebilmeyi arzulayıp bir türlü adım atmayı beceremediğimi ve reddedilmekten korktuğum için fosilleştirdiğim başka arzulara can üfleyebilmeyi ne kadar istediğimi.

Sonbahar serin bir mevsimdir, ne çok şeyi yeniden tadar gibiyim! Nerelerdeydim diye soracağım ama şimdi buradayım ya...