28 Ekim 2012 Pazar

Marco Polo

Yanlış yere vardın Marco Polo
Çapkın orda sevinçler.
Bir o yana bir bu yana sallanan gemidir
okyanusun karnında sürüklenen
doğumlarla beraber yaşar.

Seni gidi sevdiğimin can dostu
Anlaşılmaz eskizleri dünyanın
sokaklara döner
haritası çizdikçe kendini
 kutupları hedef alarak.

Tutup kafatasından olup olmamış
kıtaları buldurur güneşi izleyen adaların
münhasır kokusu ki tenini kaybetmiş
üçbeş yaşam alanı toplasan
Kuyusunu kazdırırken hoşafını hazırlar
örtülü perdelerin gölgesiz karunu

Gözüne düştüğümün tarih adamı
Yine vurdun yelkeninden en olmadık zamanda
en olmadık yerdeki kuş yuvasını

Marco
diyelim dilsizsin demeye ne hacet
gösteri fantezisi sularının mahzeni
üşenmeyip dikmen gerek muntazam hayalini
    kenarından kemirilmiş sazdan kağıda
Zaten yıldız düşmanı balıkları ezip geçen
dümenler çeviriyor sendeki kaptan bakışlı batık baykuş.

Tarar durur şamdan ışığı gün çözmemiş saçlarını
Kendini eriterek sevmek lazım
ütopyanın mumdan kumarını

Kış

Hoşgeldin kış. Şekerli ballı geldin. Ne güzel geldin.
Belki biraz sarhoşum belki rüzgarın dokundu. Kısmen soğuksun bazen pamukşeker tadında. Anlaşılması güçsün vesselam ama iyi geldin yanan yüzüme be. Çarptın. Hoş çarptın. Yağmurunu indirmeye başladığında tam olacaksın. Sabırlıyım. Bir yılımı verdim sana, üç beş günün lafı mı olur.

Kandırdın beni kimi, tadıma baktın, kanıma girdin, yüzüme güldün; beyazdı güneşin kanmamalıydım. Kimi ben oynadım sana, çiçekler topladım sensiz, ellerimi ısıttım, ara verdim seni beklemeye. (Şarkılar güzeldi çünkü, tınısı yerindeydi, üzerime cuk oturuyordu üstelik senden sıksık bahsediyordu, seviliyordun) Ne diyordum kandık mı birbirimize; kandırıldık mı hayatça?

Kim bilir güzelim kim bilir? Soğuğuna değerse parmaklarım eldiven giymez miyim yeniden? Kim bilir esmer yağmurum gürlesen üzerime korkmaz mıyım sesinden? Kuşlarım göç etmez mi? Kirazlarım dökülmez mi tane tane? Sokakların üstü örtülmez mi? Kardelenler uzatmaz mı başını saklandığı yerden demez mi 'nerede herkes, dostlarım nerede? '

Kııışşş!
Ne güzel yağdın üzerime. Donuk mu bakıyor sokak köpekleri boşver. Lale mevsimi mi geçmiş krizantem dikerim, olmadı nergis kokar buram buram. O da mı yok? Siklamen. Bende çiçek çok yiğidim bende çiçek tarla tarla. Bende çiçek bahçe bahçe ama fesleğenleri soldurdun sen artık fesleğenler öldü artık fesleğenler...

Kıçıkırık bir taburesin sen kış, kıçıkırık bir taburesin o kadar. Olsun be. Varsın tabure olsun. Var ol tabure ol kış, var ol tabure ol.

Giyinmek lazım, sıkıca giyinmek. Atkı bere kazak çorap ve bilimum sıcak içecek ve şiir aklımı çelecek  ve şöminenin başında kurulan hayaller ve kayak takımı (henüz kar görmemişken) ve şatolar ve kuzey kutbu ve aurora ve Kürk Mantolu Madonna.

Ah kış! Hoşgeldin. Şekerli ballı geldin. Ne güzel geldin ama ah be tatlım. Sormadın ki nasılsın diye. Hipoglisemiymiş sorunum, seni görmeyeli...

26 Ekim 2012 Cuma

Tekerlek

Başlar
M.Ö. 3bin
Tarihte tekerlek izi
Torununun torunuyum
İlk yolunu gözleyenin

Dön gel.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Kıssa

Katlanıp kenara konmuş geçmişlerin renklerine bakıp tahminler yürüterek çıkmaz sokaklara varıyoruz, börtü böcek ve bilumum çirkin kara hayvanı öyküsü yerleştirerek hem de.
Güzelim bahar duygusunu sürükleyip saçından uçurumun kenarında intihara terk ediyoruz.
Kör ve dilsiziz söylemeye cesaret isteyen sözler karşısında.
Kanadından öpüp güvercini salıverememek bu.
Kendi kafamızda.

(beni sevme sakın
ateşleri sev kıtlıkları sev yoksullukları sev 
beni sevme sakın)

Biliyor musun neler kaybederiz seni sevmesem?

(Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm)

Adam bilmez gölgesinin kime düştüğünü.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Kimiz?

Var olma savaşımız meşrulaşıyor. Sokaktan korkan çocukların, arkadaşlarını ailelerin seçtiği nesillerin geleceğine büyüyoruz. Çıkarcılık bayrak flama al! Özgürlüğe özgürlük yok. Sanki var olmak bahçedeki ağaçmış gibi, ondan da ne kadar kaldıysa... 
Gözlerini ve gönüllerini babalarında yitiren küçükleriz biz. Abimiz ablamız dağa kaçtı, asker içti. Asker nerde mapus düştü. Yandık bittik kül olduk. Denge dediler, darbe dediler, yaşamayı unuttular, unutturdular. Suriye kan çorbası, Pakistan çocuk katili, İsrail'in kabadayılığı geçmişte kaldı çünkü İran her şeyi kontrol altına aldı, Obama'ya daha çok tıklandı, İspanya'nın kasası boşaldı, Yunanistan zaten fakir, AB'ye barış ödülü, Türkiye eşeğin dölü. Tükürdüğümün siyasi çizgileri bir de Fatimanur'un ölü bedeni...
İnsan mıyız?
Korkarım hayatlarımızı yanlışlarımız ,yanlış yapmak zorunda kalışlarımız ve yapamadığımız yanlışlar arasındaki çarpılmış vicdan sesiyle terk etmek zorundayız. Ben bir taşım demeyi kitaplardan öğrenip, satılanı belleyerek büyüyoruz biz. Nitekim belletilenlerin muhakemesinin yolunun, zihin çukurunda kargaşa yaratmak olduğunu anlatmaya duvar duvar ördükleri karanlık derinlerde... Tırnaklarla kazıyarak nereye kadar?  Ölülerimizin ardından kaç ağıt kaldı yakılmadık? Kimin yenilerini yazmaya cesareti var? Benim yok.
Ağlayacağız abiler, ablalar, ölülerin ardından ağlayacağız. Mali'nin siyahlarına da, Mısır'ın Araplarına da, Çukurca'nın siviline de askerine de gerillasına da ağlayacağız. Sonra hep beraber gülmek için ağlayacağız. Çocuklarımızın üzerine örtülen her karış toprağın Dünya'ya ait olduğunu hatırlamak için, göremeyeceği güzel  günlerin hepimizi savurduğunu bildiğimiz için, çektiğimiz nefesin manasını kalbinde saklayıp yok ettiğini görmekten utandığımız için... 
Söyleyin insan mıyız?


   Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,
   Macera değil.
   Yaşamak, sade "yaşamak"
   Yosun, solucan harcıdır.
   Öyle açar ki murat.
   Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
   Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,
   Daha bir burcu burcudur.