28 Aralık 2013 Cumartesi

Aminler ve Dualar

Yalnızlığına..
İlmek ilmek sökülür çeyizin yüklü örgüsü
çıplak şilteye serili beden, inanç, yek düş
De,
yumaklanır mı artığın?
Yükselmeye
yenisine yerlebir harebenin
      taşından, serini duvarın!
İki sessiz gözle çöllenir.
Irmak olur akar turnalar göğsünde ve turnalar dumanlı.
Temkinli
uysal
Güneş yıldırır gülüş ve acısı.

İnsan doğabilir.
Küllerinden değil,
yeniden.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Geç kalma.

Çıkmaz sokaklara dayandığımda uçmayı öğrendim. Güvercinler salıyorum ayaklarında umutlar, göçüyorlar mı?

Üstüme boca edilmiş iyiliklerden ve gülücüklerden yoruluyorum. Kısmetse herkesi ve her şeyi terk edeceğim. Yapmacıklıklar. Misket misket vuruyorum hepsini. Canlarının yandığını bile hissetmeyecek kadar körelmiş samimiyetleri. İğreniyorum.
Başka bir hayat mümkün. Acılar üzerinden lağvedilmiş ikircikli bi hoşnutsuzluk peşinen yüzümü sarmalıyordu. Ele geçirildim artık. Tutsaklığa zincirlendim ve kaçamıyorum. Şaraplar ve duvar diplerine işeyen köpeklerle karşılıyoruz yeni günü ama ışığıyla zıkkımlandığım güneş bile deva olamıyor. Kaçacağım. Kendi sarmaşığıma tutunup yollanacağım. Temizlenemeyen ciğerlerime yeni bir nefes çekiyorum.
Sentetik alerjisi bu. Hangi zamanla düşünüyorum? Yüzeyselliği güzelleyen akıllarla savaşıyorum durmadan. Ne kadar beğenmiş duyan gözler benden için. Hangi ben ve hangi alacalı kuş yeryüzünde? Hangi elin hamuru ve kaçımız soyunun mavisine mahkum? Beden politikalarınız ve ayrımcılığınızdan tiksiniyorum. ANLATABİLİYOR MUYUM? Uzaklaşmalıyım.
Yığılma sokak toplayıcıları, tepkime hızını yavaşlatan sosyete atmosferi, sözleşilmiş paranoyak sevişmeler ve avazsız serzenişler kümesi. Azami telaşınıza fesatlık düşüren benim. Oyunlarınızla başa çıkamıyorum. Gösterinizin parçası olmayı kabullenemiyorum. Nefretim yoksunluğumdansa da var olmayı yöntemlerinizle becermeyi reddediyorum. İnsan bedeni, vahşi atlara, sümüklügillere, atmacalara, çakallara ve karpuzlara atfedilmiş ruhumla aranızda dolaşamıyorum. Bildiniz mi?
Tazyikli hislerimi kamçılıyorum, daha hızlı! Dolunayda şeffaflaşan manidar bir şiir ellerimi yalıyor. Tutuştum. Küllerimi ölü toplayıcılarına bağışlıyorum. Buraya yazılsın.
Tarihi geçmiş ne varsa halı altına süpürüyorum. Kendimden geriye kalmasın için buharlaşma dileğim var. Yeniden yaratmak çoğu zaman anlamsızlaştırır. Toparlamalıyım.
İçten içe sızdıran bi hayalim vardı bir zamanlar. Kendini feshetmekte başarıya ulaştı ve sürüncemede kalmayı çok iyi beceriyor. Yavaşlıyorum. Yavaşlamaktan korkuyorum. Yavaşlamaktan korkmaktan nefret ediyorum. Geri sayımım başlamış olmalı.

Muhacirini bekleyen bodrum evinin en küçük odasında kendimi asıyorum.

6 Ekim 2013 Pazar

Törpülere değmedikçe adı noksan
imlasız konuşlanmış zirveye zira
müzikli testerenin tadı ayrıdır
acıya değdiğinde.
İçli bir volkan gibi yanar
gidemem.

Dokunsa
Üstünkörü temasın ince sızısından
nehirler akar alıp başını
Bir gelincik göz süzer
kendini rüzgara verir
uçamam.

Geceyi uzatsa
nasır tutar gözleri
pas tutmuş karanlığı
demir sütunlara kenetler
sokak lambaları gölgelenir
örtünemem

tüneller perdelenir gülerse
meydanlar toplanır
sözleri kalaylanır hürlüğe
çekiç iner
kiraz belenir
kaçamam

Tutamam hesabını yokluğun
canı yanar
gün kendini kendine tamamlar
gündendi güneşe durur
düğünler oynaşır ve tabuttur sonu
canı yanar
canım yanar
sevemem
İçtimai yörüngede dizginlenemeyen
nadir ihtimaller köşesinden izliyorum 
aşkın ihtilalini zamana
nereye vardığımı görmeyeyim için
sarılıveriyorum toprağa
sözcüklerde sevişmek de yürek ister

Temennisi gün olsun şiirin 
adınla başlıyorum.

29 Eylül 2013 Pazar

İris

İhtimalleri bıçak yığınının ortasına bıraktım ve sonrasına şans diyeceğim. Göze almak, gözünden sakınmak, göz çıkarmak.. Pek kardeşçe babil'in bahçesinde oynaşan fevri sarmalanmalara atıfta bulunuyorum. İç içe geçmeyi kolay mı sandın?

İçten dışa akan bi zaman diliminde dışımı içimle beşik kertmesi ayarttım kundaktayken daha. Kirvem uzun boyunlu bir zürafadır ki kendisi savanlardan gelmek için ne zorluklar atlatmıştır.. Yılgınlık ve çölleşme tehlikesiyle en sevdiğim zeytinliğimi ona sunuyorum. Boğa yılanı çıkartması ve sansür devrimiyle kalbimi ağzıma kapatıyorum. Hangi devirde yaşıyoruz!

Maymundan evrildiğine karşı çıkan yakın dostum kendini üstün insan ilan etti ve aşık soykırımını meşrulaştırıyor. Göz bağını gevşettiğimde ne kadar direnebileceği, kutsal kitap sınavının en mübeccel yanıtıdır. Göz perdesinin masrafından kurtulmak için karanlık dikiyorum dünyaya zira geçmişi sorgulamanın bahissel olumsuzluğunda karadelik kompleksi edinmek işten bile değil.. Üç beş gün dolanıp ayın etrafında, başımı pencereden uzatıyorum. Tanımadığım insanların yüzüme tükürmesini yağmurdan saymalı mıyım? Berekettir, dilekolay, manevi dünyanın miras yediliği geleceğimi paramparça ediyor. Tutsaklık yalnızca Arifler ve zindanlardan mı ibaret? Hiç sanmıyorum.

Sevda kalpazanlığına soyunanları darağacına göndermek mefhum bir inancın faili meçhullüğüne katkıda bulunmaktır. Sormaya başladığım anda toprağa yaklaşıyorum ve alnımı dayadığım secdenin fütursuzca geri çarpan savunmasına muhtelif baş kaldırışlarda bulunuyorum.

Merhum sevdaları aminlemek kaç yüzyıl saydırır şiirin cebrinde ve toplamımdan kaç kişi eksilirim vaz geçişlerimi çıkarırsam sahih birikintilerimden? Yamalı kalbe yenisini dikmek ve parçalamak oluşturmak için yenisini, zor; zira üst üste biniyor ve genişliyor kalbin açısı her seferinde. Yıkık dökük bir şarkıdır sana adadığım. Affeyle.

Ustan kopan kıtalardır bütüne varmaya çalışan ya, kaybetme korkusuyla tamamlanamayan bir bulmaca bu aslında. Ortaya konursa şayet ve anlamını bulursa ve kelimelerce işgale uğrarsa kendini fütursuzca başka yaşamlara itelemesinden korkuyorum.

Nehirim, doğup geldiğim yerin anlamı yüksek bende ama düzleyip yerleştirdiğim çöküntünün pişmanlığını taşıyorum denize doğru. Çalkalanmak ve ona karışmak bir başka dünya yaratmaksa da imgelerin esrikliği suyumu yerden kesiyor ve bölünüyorum. Çakıllarım eprimiş, balıklarım semiz ve ülküm ulaşmaktır gergef maviliğin derinliğine ya, okyanusun manevrası zor dalgaları canımı yakıyor. Kayıp korsanların yitik haritalarında işaretli bir hazinenin lanetini yüklenip aşınıyorum yardan toza.

Ey kendini bilmez ecdadın yokluk görmemiş soyu! Kim kaldı tevekkülü fethedip kendini korlara saplayan. Amentü, varlığın maneviyatı dehlizlerden çıkıp kendini buluşturacak bir gün aşkın pervasız uçarılığıyla ama gömülmesin netameli fahişliğin iktidarına. Fersah fersah yolunu sapla uçurumuma ki düştüğümde adını anmak nefesini çalmak olmasın. Pişmanım, mahzenlerde yıllanmış şarapları paylaşamamaktan ve üfürememekten küf kokulu cümlelerimi dudağına. Sarhoşum, körpeyim, acınası acunun ayak izi görmemiş yollarının bakirliğine talibim ve paslanmış dilimden çıkan en uzun sözcüğe şir koşuyorum ismini. Uslanmaz şevkin aynasından ulaşmak yordamına, kabulümdür. Var ki vuku bulsun sözlerin dimağımın çarmıhında.

Zamanın korunu bıçaklayan bir kırbaç gibi fethediyor hayat bizi. Şerrimi masum hatırla.

Av mevsimi küfesinde birikmiş cesetlerden semirmiş terhisini beklemekte ve temennisi yayılmanın vicdanına kefil. Namütenahi ayrımların sefilliğinde yokluğumun tesir ettiği tahammül sınırını betimliyorum. Oluşumun terkisine eklediğim kasrı müdafaa zeminine yerleştirdiğim sığımsız koşullanmanın çatışmasını hangi sefalet lütfedebilir? Korunmasız tercihlerin amacına ulaşması için kaç asır kendini tüketmeli ve and içmeli emsalsiz sevgiyi kollayacağına? Dil yorulduysa betik savunmasızdır. Üstümü örtüyorum.

Baykuş uykusunun loş zindanında parmaklıklara tutunarak hilale erişmeye çabalasam da inancın yoğun tortusunu ayrımsamak dişlerimi kamaştırıyor. Hangi cumanın hayrını üstlenip koşsam yoksunluğa, sevda köprüsünün korkuluğunda duraksayıp uzun uzun nehirliğimi seyrediyorum. Kendinden çıkmak basit değilse de kendini görmek soluk terk ettiriyor. Örtünüyorum nundan ziyade terfi görmemiş acısıyla varlığın. Fahri çırpınışın dimdik gözyaşıyla bir olup mertebe savaşına katılıyorum aşkta. Kurtuluşumu gözden çıkararak yaklaşıp çakal oyunlarına tabi oluyorum. Sevda benden gayrı fora.

Her adımımda çıtırdayıp iç bırakan kırılgan ölü dalların humuslanmaya yüz tutmuş yolunda ilerliyorum. Baltalanmamış ağaç bulmak ve etçil bitkilerle dost olmak şart zira terk edilmiş gölgelerin yalnızlığına koşullandım. Boyumdan büyük otları keşfe zorlandım ve nemin her hücreyi yediği güneşsiz patikaların yolcusu sıfatını edinmeye hevesli görünüyorum. Savanlardan başlayıp tropikal iklimlerde kavramsallaşan duyguların coğrafya kurbanı tehditkarlığında safir saflığında heykelleşiyorum. Etim yamyamlara renksizliği öğretirken yeşile münhasır susuzluğum kendini kurutmakta. Kaybolan zevkleri toprak altı ediyorum ve bukalemun mafyasının münferit seyrine olumlanıyorum. Tümceler kayıp, tüneller yetmez arşa ulaşmaya ve battıkça nefesleniyorum uzaklaşıp aşkın şuh kırılganlığından. Mesafe uzak. Gün saymak güç ister lakin yaraşır kusursuzluğa. Üstümü yeniden örtüyorum.

Tahribatıma kendini ekle. Şerefine içiyorum.






26 Eylül 2013 Perşembe

Sinek öpücüğü acılıdır sinekten bağımsızca
dostane tavırların kendi kendini anlatması imkansızdır alıcılar kapalıysa.
Toz kondurmayan masumiyet,mahkum edebilir de bazen ki zaten
küreklerle yollanmışım bataklıktan solucan kurtarmaya.
Yağmur yağarmış gibi yapınca dağları siper ediniyorum.
Saçlarımın bozulmasından hoşlanmıyorum yağmur yağarmış gibi yaparken.
Dağ alıngan.
Sinek öpünce kopan çığın altında çığlıklarım yuvarlanarak kendini kardanadama tamamlıyor.
Kömür gözlerini kör etmiş; sıcaktır kor.
Suya eğiliyorum, yüzümü ıslak zannediyor.
Oysa teselliye ihtiyacım olmadı benim, tecellime temelli elveda demek üzere kendimi tecrit ediyorum. 

 Korkma, sevmem seni.

16 Temmuz 2013 Salı

Üstmetinlerden altmetinlere akan karşı konulamaz bir duygu seli tuttu kendini parmaklarıma zincirledi. Aitlikle hükmetmek ne kadar yakın düşüncelerse de,ben çoğu zaman ayırt edemiyorum. Örnek vermek gerekirse sulayıp kurumuş yapraklarını temizlediğim ve yatmadan önce az sonra görmek istediğim rüyaları betimlediğim sinek kovucu güzel kokucu fesleğenim bana mı Ahmet Abinin şiirlerine mi ait? Belki kendi içinde başkaldırıyodur ikimize de. Ne bilcen? Bi nevi mutualizmdir belki bizdeki. Belki bütün ilişkiler öyledir aslında. Ben yaşaması için gereken ortamı sağlarım o da eleştirmeden beni dinler bi de böyle elimi sürtünce güzel kokuyor.
Özeleştiri dediğimiz şeyi normalleştirmeye çalışsak da çarpıcılığı can yakabiliyor.
Gerçekten çok sıkıcı şu an hayat. Daha doğrusu bi kaç hayatın birleşiminden (belki de yan yana gidişinden) oluşan zaman parçacıkları çok sıkıcı. Sonra onların içinde kendimi bi yerlere koymaya çalışmak var bi de beni aşkın bi şeyler var kendi bilinci dışında gelişen ve az olarak da içselliğiyle yaşayan. İşte o içkin şeylerle karşılaşana kadar bu kadar da sıkıcı değildi aslında çünkü insan yalnız hissettiğinde özelleştiriyor da kendini. Akıl almaz boşluklar oluyor ve onları kendinle doldurmak çok kolay. Nasılsa bu dünya bana küçüktü ve kimse anlamıyordu ve çok farklı düşüncelerim vardı nefes almaya ve insan olmaya dair. Türlü türlü düşünen bir sürü insan vardı ama egonun duvarı da ordaydı ve o türlü türlü düşünen insanların her biri aslında benden daha dar alanlarda çeşitlendirmişti düşüncelerini ve ben de farkındaydım onların akıllarındakilerin ama seçimlerim onlarınkilerden farklıydı ve beni anlamıyorlardı. Dolayısıyla yalnızdım. Yalnızken de mutluydum.
Dünya büyümeye başladığında kendimi sığdıramadığım yerler boğum boğum uzaklaşmaya başladılar. Dokunamadıkça sinirlendim, erişemedikçe kafa tuttum, agresifleştim bile, vallahi yalan söylemiyorum. Hoşgörü kendini üstün görmenin ürünü bi yandan, onu kaybediyorum. Bütün o mütevazi tavırların altında yatan narsistliğimi keşfediyorum. Kendini kabullenmek nerde başlıyor ve ne kadar olmak istediğimiz insana ulaşmak için çabalıyoruz 'süreç'te? Egolarımı kabullenmek istemiyorum. İşin kötüsü benden bağımsız hareket ediyor gibiler, çatışma içindeyim sürekli. Hangimiz asker hangimiz gerilla ayırt edemiyorum. Onları istemeyişime doğaları gereği direniyorlar ve hoşnutluk yaratıyorlar varlıklarından. Kendini sevmek kolay. Bilmem iki yıl oldu mu bi arkadaşım vardı ( artık görüşmüyoruz çünkü bana aşık olduğunu düşünmüştüm ve uzaklaşmıştım ondan kadın ve erkeğin yalnızca arkadaş da olabileceği o dünyaya duyduğum saygıdan) yalnızlığı sevmemin özgüvenden değil de başkalarıylayken taktığım maskelerden kurtulmanın rahatlığından iyi hissettirdiğini söylemişti. O gitti ama söylediklerini daha iyi anlıyorum şimdi. Anıların birbiri üstüne eklemlenmediğini dahası 'yeni'lerle 'eski'lerin aslında yan yana ilerlediğini de...
Kendini tanımlayan sözcükler gelip yerleşiyor beynime. Edebiyatımı kaybettim belki ama tinimi arıyorum bi yerlerde.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Ç'orak

Biri dünyaya çekicini vurmalı.

Seni ve savaşı anlatmak çocuklara
Sırtını dayayıp çok dilli uykusuzluğuna
Nefeslen
Işık yorulmaz zira kendi içinden geçmeye ve
yayılmaya aynı anda aymayan günlere

Kuşlar
ki özgürlüğü atfettiğimiz ve avladığımız kuşluk vakti,
gecesinden geçip tüfek doğrulttuğumuz geyikler;
meşrulaştığını bilir mi ölüm mevsiminin?
Tarih öncesine adananlar
cennetine ulaşır mı nuhun sahiden
kötüsü
katılmak ister mi döngüsüne doğanın
ölüyken?


Vicdanın sağlamasını yaptığımda
eksik gelen bir şeyler çıkıyor.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Sorgu

şiirime başlamadan arz etmek isterim
  ki kuş seslerinden çok hoşlanıyorum
sonra,
ağıt terbiyecisi kadınların
alnımdan öpmesini istiyorum
bir de,
aşağıya inenler
sofralarına geri dönsün

günlerden hayırlı bir cuma ertesi
camda, kuşkulu seçiciliğiyle ölüm
çocukların sapanlarla saldırdığı yoksulluğu
kundağa diziyor
patikler ve artçıl gözyaşları dağıtarak
özrü emanet rüzgara ki kaç yol gitse
varamaz dağlanmış yüreğine ananın
günler bitmez!
yangın...
biter mi?

aynı soluğu alıyoruz seninle
nefes verdin
dönüp dolaşıp ciğerime doldu
kamelyaların yara almaya başlamasına bakılırsa
yılın bu mevsiminde
seni bana yaklaştıramamasına içerlemiş olmalı
bilmeden acıların ortaklığını

toy bir atın sevdaya koşuşu
her seferinde elleri boş dönüşü
   mazur kılar tükenmişliğini
ayağa kalkacaksa yeni bir sevda için
ve ezilmeyecekse
yok diyen karşısında

her dostluğun bir acısı olmalı yürek sızlatan

tarihten kalma fildişi sarayda yaşıyor
mumunu yakıp kendini eriten çaresiz kadın
yanlış yollardan geçmiş olmalı varmak için
soyutlanmış dünyasına insanoğlunun
arayış,
bir garip çağlayan

tarlalar dolusu kekik kokusu
burnumda tüten varlığına eşdeğer
üstümüzden kaç kuş geçti saydın mı? 

12 Mayıs 2013 Pazar

Oruç etkisi

   Garip olan ne biliyor musun? Denge kurallarını yıkmanın tırmanış olduğunu keşfetmek. Ulaşana kadar ardına bakma ve BAM! Altında kalma tehlikesi atlattığın kar kümelerinde kayboluş. Güneşi ve bulutları altına alıp ruhunu göğe yükseltmenin tanrısal coşkusu. Göz yanılması, algıda seçicilik, şizofreni ; yaratıcılığına kalmış. Yanındayken büyüksediğin şeylerin karınca yuvalarına dönüşmesi ve kozmosun ayakları altında ezildiğini hissedebilmek burnu havadalığını insanlığa indirgiyor.
   He şair burda ne demek istemiş? Duygusal çalkantılarını oldukça yüksek mevkilerden aşağıya bakar gibi yaparak, ama aslında paraşütü açılmadığından havada düzinelerce takla atarak düşüşünün keyfini çıkarmaya çalışan bi düş koşucusunun yüzleşmelerinden yararlanarak anlatmaya çalışmış. Kolay bi işe kalkışmamış, güzeli koca bi yürekle anlatmak yanlış anlaşılabiliyor günümüzde. Hatta anlaşılamayabiliyor. Nitekim çakılmış gibi okyanusun düzlüğüne. Şimdi suya düşmenin acıyı hafifleteceğini sanıyorsun değil mi? Be-be-ğim!
   Geceleri daha bi duygusal oluyorum. Kafa karışıklığım da havayla sözleşmiş gibi karanlıkta kendini kopyalıyor. Görüş gününü kaçırmış yahut 3ünden 1i bile gelmemiş müebbetlik oluyorum akşamları. Kahve kokusu mu doldu burnuna bu iki sayıyı yanyana görünce? Zamanımız bol, güneşe vakit var korkma, kaç güneşler var daha aydınlığa çıkabilmen için. Sabret.
   İçimden içimden volkanlar kaynıyor. Taşmak için bekledikleri anı çok merak ediyorum. Pasifik okyanusuna düşmüş barışçıl bir ada gibiyim. Çemberlendim. Politik yapılanmanın kolaycılık olduğu yer bendeki. Yerlilerimle iş bölümü yaptık ve payıma ispinoz bakımı ve beslemesi düştü. Tarihe ve evrime saygımı göstermek için çabalasam da buhar püskürmeleri amacıma ket vuruyor. Dünyanın suyu çıkmış dediklerinde hissettiklerimi anlıyorsundur. Sıcak basıyor! Varsa yoksa kıta çarpışması ve depremler. Bazen kendini tanrı sananların elinden yok etmekten başkası gelmiyor, güçsüzlüklerini saklamak için yapıyorlar bunu biliyorum çünkü yapıcılığın kudretine dokunmak daha zordur küle çevirmekten. Dünya hali. Değmeyin balıklarıma, utanıyorum.
   Kavramsal rastlantısallık mıydı neydi adı. Yıldız mı söylemişti Barış mı hatırlamıyorum şimdi. Öyle bi şey olduğunu sanıyor olmalısın parmak hareketlerimin akıbetinin. Kafamda ne tilkiler, ne oyuncu koyunlar dolanıyor oysa. Üstün-insanlar da oturup kavallarını çalıyorlar. O da lazım tabi. Botanik dersinden mi felsefeden mi yeni çıkmış olabileceğimin olasılık hesaplaması üzerinde küçük bir kolaylık yarattı Thales. İkisinin de aynı anda var olabileceğini kabullendim. İç çekişmelerim azaldı böylece. Yüklerimden arındım ve birden fazla ihtimalin 'gerçek'leşebileceğini keşfettim. Bir şey kavrayıp kolumdan sürükledi beni, hayatın kayalıklarına oturttu ve denizi izletti. Keşke kelime oyunları yapmak yerine onları anlatabilsem.
   Mesela şimdi ben yazıyorum ya bi dünya şey, sen de okuyorsun ya onları, aklında türlü türlü bilinmezlikler canlanıyor ya, işte senle ben aynı şeyi yaşatmıyoruz aslında kafamızın içinde. Hani iki kişinin aynı zamanda aynı olayı aynı nesne/insanlarla yaşayıp anılarında farklı hatırlaması gibi. Geçmişten getirdiklerin ve kendinden kattıklarınla algılıyorsun beni.( ben de seni ve diğer herkes herkesi) Bu da yuvarlıyor bizi başladığımız doruklardan okyanus çukurlarına. Ne ben senin okuduğun kadınım ne de sen benim yazdığım insanevladısın.Vay halimize, vay da vay! Asla tanıyamayacağız birbirimizi.
   Hayal kurmak be, güzel yine de.

   Bu yüzden düşünmüştüm, senin ile benim 'beyinlerimizle sevişebilme' olanağını
-- olanaklı olmalıydı, bu...

20 Nisan 2013 Cumartesi

Mekansal uzlaşmanın zor olduğu alanlarda kayıp sokaklar yaratıp kenarınlarına evler konduran, onlardan birinin içine de beni oturtan bir tanrım var. Bu evi sevdiğim doğru. Sevmiyorum da.Kişiye yoğunlaşıp biriktirilmiş anılarla dolu ve her şeyden önemlisi fazla soluk. Hasta olduğunu düşünüyorum. Nitekim yılın bu kendini bilmez mevsiminde rengini kaybetmiş olmasını anlayışla karşılıyorum, pencereye güneş doğduğunda ve ellerim üşümemeye başladığında mutlu günler oyunumuza devam edebiliriz.
Rahat hissettiğim bir alan yarattım. Back to the past bu sefer, betimleyerek ve detaylandırarak. Evde mi? Güldürme beni. Tabi ki hatıra odalarımdan bahsediyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve hoşçakal! Kıvılcımlanarak büyüyen bir ateşin içinden başlayarak göğe yükseliyorum. Etimin titreşimi yamyamlığı çağrıştırıyor ama kendi kendimi yemek yerine akışına bırakıyorum. Geldiğini belirttiğinde ışık patlaması ve BAM! közlerin ortasına düşüyorum, vücudumun her yanı çıktığı yangından hoşnut. Kurtarılma önerilerini geri çeviriyorum, anlamıyorlar. Bazı şeylerin eksikliğinden bile hoşnut olabilmeyi öğrendim süreç içinde. Var olmayı ve var olanı bilmem baş ağrılarımı azaltıyor.
(-du. Bu arada sen gittin onu sevdin. Cevaplayacak sorum kalmadı ve fırtına okyanustan ödünç aldığı su yığınlarını üzerime boşalttı. Sen yine de hep sev birilerini. Sevince gözlerin derinleşiyor.)
Göz kapaklarıma baskı yapan hissi yorgunken ve yatağıma yakınken çok seviyorum. Günlük yazılarımdan da ne zaman sıkılırım acaba, şiirime ket vuruyorlar. Yarış içinde aklım. Bruce, en iyisi sarılıp sonsuza kadar uyumamız bebeğim. Yatağımıza gidiyorum.

10 Nisan 2013 Çarşamba

on

Basit dizeler var elimde
şair olmaya özenmiş geçimsiz bir çocuğum olsam olsam
kuşkusuz her korktuğumda ellerimden tutmadığından babam
karanlıkta ışığın yolunu bulmayı öğrendim
ve sevmeyi de karanlıktayken bile

ilk insanın usdışılığı bakışlarım
aldırabilirsiniz

yazık,
uçurum iki göz arasındaki
tutsan gelmez bir veryansın var dilimde
sözün çölleşmesine izin verdiğimde bi akşamüstü
tanrıyı işte ben o gün öldürdüm.

Düşdüşünce/ Plath4

Hayır neden?
Bruce neden beni bırakıp gitmiyorsun? Gelmek fiiliyle de soru cümleleri kurabiliyorum ama fırsat vermiyorsun.  Sönmeyen sigaralarımın kendi kendini bitirişi gözlerimi kamaştırıyor. Kararlılar. Soygaz özelliği taşıyorlar haberleri yok. Külün ateşle uyumu, aşk.
Dün, çok iyiydim. Sessizliğime çekilip ne düşündüm biliyor musun Bruce? Alice'i. Küt, kısa ve sarı saçlarıyla bir ayağını öne atıp hayali atında koşturmasını düşündüm. Küçücük elleriyle gelip boynuma sarılmasını, yeşil gözleriyle gözlerime bakıp tanrıya ulaşmışlığım arasında anlayamadığım bi dilde benimle konuşmasını ve komikleşen aksanıyla adımı söylemesini düşündüm. İsimler kendi dillerinde kulağa komik gelmeden söylenebiliyor ama ben seninkini her dile tercüme edebiliyorum. (Şu an yazmasam daha iyi Bruce seni afişe etmek istemem)
Sonra yolları düşündüm. Hiç durmadan koştuğum geniş yolları. Kendini uzatan bahar ağaçları ve taraçalı evler arasına kendini sermiş, beni tanımadığım birinin tanımadığım kulübesine götüren asfaltı... Çatlamış su deposunun kenarındaki odunlukta dinlendim, akmayan çayın üzerinden geçen ince korkuluklu köprüyü geçtim. Sonra geri döndüm. Halloween hazırlıkları yapılıyordu evlerde, bahçelerde balkabakları ve hayalet kostümü giymiş direkler vardı. Yanlarından geçtim. Onlar yanımdan geçemediler. B&N'a gittim sonra. Dracula okuyormuşum tekli yeşil koltukta, kendimi gördüm. Üzerimde ne olduğunu hatırlamıyorum Bruce, zorlanıyorum ama az sonra yanıma M geldi. O sıralar aklımda yokmuşsun Bruce hayat gerçekten çok anlamsızmış.
A'nın arabasına bindiğim geceyi de düşündüm tabi, atlar mıyım? Fireflies çalıyordu. Ezbere söylüyordum ve A aksanımla çok eğleniyordu. Düşünüyorum da sana hiç mi hiç benzemiyormuş. Neden bindim ki onun arabasına Bruce? Fireflies söylemek için olsa gerek. Ben de öyle düşünmüştüm.
Dans gösterilerimizi düşündüm sonra. Ponpon kızlığı sevmiyordum ama aynı amaca hizmeten farklı bir şey yapmayı seviyordum. E'nin gelmediği günü düşündüm. Ne çok üzülmüştüm. Baykuşlu filmi, şöminenin başında izlediğim belgeselleri, bağdaş kurup okuduğum kitapları, odamdan çok vakit geçirdiğim küçük-salon'u düşündüm. Ellerim terledi, gözlerim dolmak istedi ama kapalıydılar. Gözlerimizi kapattığımız ne çok şey varmış meğerse. Aydınlanmak istemedim çünkü senin aydınlığından farklı olacaktı göreceğim ışık. Neyse kapalı kalsın.
Başka ne düşündüm biliyor musun Bruce? Saklambaç oynadığım günleri. Bu sefer tanıdık topraklardaydım. Sitenin yokuşundan başladım gitmeye ve hatıraların gölgesini süpürürerek ilerledim havuz başına doğru. Tabi geceydi. Palmiye ağaçları bodurdu. Çalıların arasında gezinen karıncalarla eğleniyorduk o zaman. Çardağın altındaki buzdolabının içine giremeyecek kadar da büyümüştük, S kullanıyordu orayı daha çok. Biz depoyu, merdivenleri ve barın içini kullanıyorduk. Havuz suyu çok klorluydu ve girmesek de gözlerimiz yanıyordu. Sen Bruce, o zamanlar kim bilir kimin için şiirler yazıyordun.
Sonra Bruce, aklıma düştün. Aklımdan çıktın ya da aklımı çıkardın bilmiyorum. Telafuzu zor duygular boy gösterdi göz kapaklarımın ardında. Dokundun. Kızardım. En masum yerlerime değiyordu bakışların. Gece maviye döndü ve ben susmak zorunda kaldım. Zaten hiç konuşmazdım ama Bruce elime telefonumu alıp adını yazdığımda beni durduran şeyin tanımını yapmak öyle zor ki.. Tekrar ve tekrar. Böyle zamanlarda Bruce, kendime itiraf edemediğim şeyler ortaya çıktığında yani, elim kaleme gidiyor hemen ve küçük siyah defterimi özneliğinle dolduruyorum.
Bugün, Bruce, şarkı bittiğinde, virgülleri sıralamak söyleyeceğimi kolaylamaya hizmet ediyorken, uçtuğumu anlatacağım sırada, dünkü düşümün etkisinde kalmış olmalıyım, adınla seslendim başka bi adama. Neyse ki yağmur yağıyordu ve ben, evden şemsiyemi almadan çıkmış olmalıyım.

4 Nisan 2013 Perşembe

Aya

Üstünkörü bir sığır bulamacı hazırladım. Mutfak dağınık. Üşeniyorum. Hayatı anlamaya mecalim yok. Kendin gibi davranmanın tadına vardım, zaman zaman... Kimi zaman kendimi oyuncu hissediyorum ama yaşımdan değil, yaşamamamdan. Çık gel. Kapımı çalmak o kadar da zor değil, oysa ben adresini bilmiyorum, dört harfin kapsayıcılığı sayılmaz. Uyumalıyım ama gözlerimi kapayamayacak kadar yorgunum.
Sana da hiç oluyor mu? Eksiklik duygusu yani. Hayat diyesim gelmiyor buna, yeteri kadar tanımlayıcı değil. İşte, sana anlatmak için kullanmam gereken kelimenin anlamından yoksun şeyin eksikliğini diyorum. (zor bi cümle kabul ediyorum) Bi korku tohumlanıyor içimde ama üstesinden gelebilirim. Ne de olsa " uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır."(demiş Pavese) Yüzleşmenin yüz kızartıcılığı. Etkilendim yaratıcılığından. Keşke oyunbozan olmasaydım ve saçmalamak bu kadar kolay olmasaydı. Huzur. Aradığın tek şeyin bu olduğunu söylesen de dizlerin kanamadan büyüyemeyeceğini bilmiyorsun. Oysa ben ne çok değiştim. Belki de görmek istemediğim şey, aynı anda, değişimimin ilerlediği yönün dışında bir yol uzantısında senin yol alıyor olduğundur. Kurtaramıyorum Kudüs'ü be güzelim ama sevmek istediğim şeyin sevilmek isteyip istemediğini düşünmüyorum. Acemi miyim ki acaba böyle konularda? Zaten evi de kendimi de pek dağıttım son zamanlarda. Üstüme iyilik sağlık (...) 
Uyumadığının farkına varmadan rüyalarda geziniyor olma durumundan haberdar mısın? Bi acayip haller kontrolsüzlükler ve gözlük camlarının işlevsizliğiyle vücuduma değen kızılötesi dalgalarını hissedebiliyorum ama herkes çok konuştuğundan beynimin labirentlerini açmakta bir kez daha başarısız oluyorum müziğin kusursuz tonlamasına rağmen. Olumsuz bir rağmen ama olumlandırmaya çalışmıştım müziğin kusursuzluğunu üstelik noktalamadan yoksun ve düşük cümle kompozisyonu. Düzelteyim derken yabancı dil etkisine açtım cümlemi ve mütemadiyen dilimi ve elimi bozmaya devam ediyorum. Zaten noktalamasyonu hiç beceremedim ben. Kuşkusuz, günlük tutmaya yeniden başlamalıyım zira zira sözcüğünü yalnızca fransızcada kullanmaktan bıktım. Oysa ne hoş bir tınısı var. Estetik zevkimi okşuyor. Fularımı takayım. 
Gece, ışığın yokluğunu hatırlatmakta ve beni bir kez daha aşık etmekte çok başarılı.

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün
Yatağın sol tarafında uykuya dalıyorum.
Olmadığını görmeyeyim için sırtım yokluğuna dönük.

18 Mart 2013 Pazartesi

Plath3

Günlerden şeftali suyu Bruce, kahve sevmediğin için tanrıyı küstürmüş olmalısın çünkü son görüşmemizde sana yürekten küfrediyordu. Yorgunluğun altını üstüne getirdim ve üstelik seni aldatmış olabilirim. Neyse ki hayat tek insanın kollarında uyuyamayacak kadar kısa ama Bruce yine de söylenmiyor değilim yalnızken, dağ kucağında yüksek irtifalı bi uyku çekmek ayda yürümek gibi hissettirebilirdi. Mesela önümde ıslak bi karpuz gibi yarılsa tüm korkaklığın ve ağzımın kenarlarından damlayan sudan içsen. Hayat iki kişiyken daha kalabalık ve daha yalnız olabiliyor. Neyse ki beni seviyorsun.
Bruce, alnımı yanağına dayadığımda portakal ağacı bahçelerinden geçtiğimi biliyor musun? Çoğu insan var olmayı basit bi iş sandığından başkalarına yönelmeyi çok iyi beceriyor. Bense kendimi saklamakta diplomalıyım. Öküzgözü şişe diplerinden girip mantarlardan çıkıyorum ki zaten kapılara duyduğum bağlılığı azaltıyorsun. Bak ne diyorum, seni şiirsel masabaşı sohbetlerinde anmakta zorlansam da otobüs camlarına yansıdığında yüzünü görmekten kendimi alamıyorum. Kendimi uzatıyorum Bruce ve bazen gerçekten sıkıcı olabiliyorsun. Konuşbenimle.
Perde aralarından sızan ay ışığını yakalamaya çalışırken fazlasıyla kendim oluyorum. İnsan boş zamanlarında uzaklara bakmaya yatkın oluyor ve öyle boş zamanlarımda özgürlüğümü düşünüyorum. Norveçli balıkçıların ellerinde can çekişen bi istavrit olabilirim. Sen de norveçli balıkçıların yalnızca fiyordlarda yaşadığını düşünüyorsan salak olabilirsin. Hayatı sınırlarına dokunulmuş yaşamaktan kurtul ve gözlerine bak Bruce. Kendi kendini görebildiğinde hayat daha az çekilebilir ama daha yüksek oluyor. Şimdi sigaramı yak ve beni öp.
Bruce ağaçların kan kardeşi olabildiğini düşün. In this case kök veya sakız kardeşi de olabilirler. Sözcüklerin dilime yapışıp kaldığı, intiharlarını hızlandırdıkları zamanlardan birindeyim Bruce. Islat dilimi ve parmağımı kes. Turpluk, dokunmayı unutmuş rezalet bi kökbirası olarak yaşamaya yeğdir. Nitekim çarpık ilişkilerin kucağında bölünmüş ve bacaklarımı üst üste bindirmiş otururken okyanusuna düşmenin manasına gereken önemi veremiyorum. Kusura bakma Bruce ama seni seviyorum.
Yıllandım. Yaşlandım ve yorgunum. Şeytanlarıma göğüs germekten ve kendimi Paris'inin kucağına bırakamamaktan derbederim. Yüce gönüllü kadınların yazdıklarını okumamış olsaydım intihara meyilli olabilirdim ama kendimi onlar gibi ölmeye yakıştıramıyorum. Gözündeki korkuyu sil Bruce,  yerleştirdiklerinle başa çıkmaya çalışmak bile yeterince zor.
Olmuyor Bruce seni sevmiyor da olabilirim ama bu ihtimali düşünmenin seni ne kadar üzeceğinin farkındayım. İhtimaller karşıtlarıyla kol kola doşatıklarından birinin varlığından duyduğum sıkıntıyı yok etmek için diğerine sarılıyorum. Her şeyin zıttıyla var olduğu yalanını ortaya atan göz boyayıcı fıçı tamircisini saygıyla anıyorum. Günü kurtarıyor.
Peki Bruce, soluk alma eylemini kimin başıboş bıraktığını sorabilir miyim? Bağımlılıklarımızdan kurtuluyormuş  gibi sevişsek hayat daha çekilesi olabilirdi. Zavallı Bruce seni seviyorum ama ayakkabılarını giymeyi tercih ediyorsun. Buz mevsiminin meyvesini ağız tadıyla yemek için kaşığımı uzatamana ihtiyaç duymadığımı bilmelisin. Neyse ki her canım istediğinde kahveme dönebiliyorum.Sigaramı at, burnuna çevir ve öp. Kıskaçlarının arasındayken canımın yanıp yanmadığını düşünemiyorum. Zaten Bruce her şey dandik bi şeftali suyuyla başladı. Şimdi yatıyorum bebeğim. Yatağa gelmezsen sevinirim.

12 Mart 2013 Salı

Plath2

Her şey Bruce, kendimi açmamla başladı. Zaten hep böyleydim. Boktan. Tanınmak hiç ama hiç bana göre değil. Tanınmak istemediğimi beni tanıdığın için biliyorsun. Paradoks yarattım Bruce, şimdi beni daha çok seviyor musun? Beni daha çok sev Bruce beni hep daha çok sev olur mu ? Bölünen ve kısıtlanmış zaman algımıza benzesin beni sevişin. Seviş benimle.
Bruce gerçekten çok yorgunum. Neden artık beni görmeye daha az geliyorsun? Burda canım çok sıkılıyor, kapana kısılmış hissediyorum. Uzun, pislik içinde çırpınıp duran kuyruğuyla kobay olmaya müsait sıçmık bi fare gibi. Neyse ne. Hayat avını başkasına kaptırmadığında güzel.
Portakal suyu diyorum Bruce, sabah kahvaltılarının vazgeçilmez tadı diyorum. Titremelerim mesela diyorum azaldı artık ama insan ruhuna dokunanlara karşı koyamıyor. Dağıtılamaz bi karanlığın içinde yönünü bulmaya çalışmanın ne demek olduğunu pekala biliyorsun. Beni burda yalnız başıma bırakmandan nefret ediyorum. Senden de nefret ediyorum, beni burda yalnız başıma bırakmayı göze alabildiğin için. Seni seviyorum Bruce. Git artık.
Yine sigaram bitiyor, ve sigarayla başım dertte. Dumanının içinde yaşamaktan ne kadar da hoşnutum ve aydınlığa çıkamamaktan ne kadar da yoruldum. Farz edelim ki ben bir darağacıyım Bruce. Nefessiz bıraktığım insanlara acımakla, sonraki acınası zavallıyı beklemek arasında bocalayıp kendini ipe çeken bi darağacıyım. Korkunun uykusuz bıraktığı ve düşüncelerin kendini dağıtmadan toparlanamadığı bir boşlukta yaşıyorum. Kendini bilmez gölgesiz bir korkuluk olsam bile burnumun ucundaki boşluktan öpmeye devam eder misin beni? Cevapsızlığa tahammül edemediğimi bile bile sırf kendinden ödün vermemek için beni kendi ölümümle cezalandırmaya göz yumabilir misin? Git artık Bruce. Uykusuzluğa dayanamıyorum.
Gözlerim kararıyor bugün ve birçok günün aksine umutsuzluğumun içinde huzurlu bir ağaç altı serinliği yakalıyorum. Sözcüklerin şevkatini keşfetmiş kaç kişi kaldık yeryüzünde? Keşke diyorum bazen Bruce, keşke hiç sabah olmasa ve gözlerimi güneşe açmak zorunda kalmasam. Gecenin sakin, örtücü,besleyen, tatminkar, alıştığım ve alışılmamış güzelliğini bölüştüren özgür felsefesi insanlığı kapsamaya devam etse. Bruce, sana diyorum ama hep aynısının benzeri cümlelerle yanıtlıyorsun beni ve ben hep cevapsız kalmaktan uyuyacak gibi oluyorum. Seni seviyorum Bruce. Bilmem geç mi oldu, uzun süredir oturuyor gibiyim ama artık takip edemiyorum kimin gidip neyin kaldığını. İnsan kendini sorgulamaya başladığında beynine düşen çığın altında ezilmemek için sarılmaya ihtiyaç duyduklarını kutsallaştırıyor. Bruce, kutsallaşıyorsun ve bunun farkına varabildiğim için gitmek zorundasın. Kendini üzme güzelim, alışabilirim. Sen de alışabilirsin. Kardelenliğe ulaşabildiğimde yanımda aradığım olmamanı diliyorum çünkü sıçtığımın merdiven boşluğunda güneşe ulaşmaya çalışmak sandığından daha zor. Güneş battı Bruce ve ben çok üşüyorum.
Birine inanmak ne kadar da zor. Birine inandığına inandıktan sonra ona artık inanamayabileceğine inanmaksa altı kat zor Bruce. Şimşek yalnızca geceyi aydınlatır ve kendini boşaltmak için kurbanlar arayıp durur kendini göğe yaklaştırmaya çalışan sivrilikler arasından. En korkutucusu da Bruce, ışığının pencereme gürlemesinden evvel yetişiyor olması.
Ben Bruce, iki kişiyim. Belki de daha fazla. Kendimi senden korumaya çalışırken senin kollarına bırakmanın rahatlığından da vazgeçememem beni çok mu kafası karışık gösteriyor? Görüntüler bebeğim, birbiri ardına eklenen anların uzlaşımıdır. Sense yanılmaya nasıl da heveslisin. Başını kucağıma koy ve izin ver de yüzünü incelemeyi bitireyim. Nasıl olsa dünyada bizden çok var ama birleştiğinde yıldız kaydırabilecek bi karışım yaratabilmemiz oldukça istisnai derim ben. Yastığım çok boyutlu düşünceleri özlediğinden yakınıyor ve diş fırçanı bulamamana anlam veremiyorum ama şimdilik kal Bruce, gitmen gerektiğinde haber veririm.

4 Mart 2013 Pazartesi

Plath


  I lean to you, numb as a fossil. Tell me I'm here.

Söyle bakalım neredeyiz? Parmakuçlarımızın yanmasına tek nefes kaldı. Korkuyor musun Bruce? Yanmak gözuçlarından başlar, parmak uçlarına doğru hissini arttırır. İncelik ilüzyondur inanma. Her güneşte kendini kurutanlardan olmak ödlekliktir. Ne dersin, gidelim mi buralardan? Çok oldu. Gördüklerinden sıyrılmalısın. Kandırmaya heveslidirler. Yaşamana bak güzelim, dünyada senden de benden de çok var. Bize gelince, orasını karıştırma. Bir şeyler söyleyeceksen dinliyorum, saygısızlık etmek istemem. Ben de öyle düşünmüştüm. Yanlış yerlerime dokunuyorsun. Sevişelim mi?
Bruce, kibriti uzatmalısın. Sigara dediğin kendini yakmakta çok başarılı. İçiyor muyum? Sarhoş olmalıyım, belki de sen sarhoşsundur. En iyisi ikimizin de sarhoş olması değil mi? Başım dönerken yüzünü seçemiyorum. Merak etme kötü bi şey söylemedim. Hadi yatalım.
Bruce, çoraplarımı da çıkarır mısın? Çok yorgunum. Ayaklarımı okşamanı seviyorum. En son ne zaman kimsenin duymasını istemediğimiz bir şey yaptık hatırlasana. Çok zaman geçmiş olmalı. Zorlanıyorum. Bu aptal evin karanlığında oturup yazmaya çalışmak çok yorucu biliyorsun. Taşınsak mı Bruce? Senin evine mi taşınsak artık? Hem burası çok küçük ve pis. Pencereye gelip duran kuşlardan da nefret ediyorum. Hayatta hala bir şeylerin özgür olduğunu hatırlatıyor piç kuruları. Öldür onları. Tek tek avla onları. Kafalarını gövdelerinden ayır ve tüylerini tek tek yolduktan sonra kanatlarından pervaza as ki sonlarını gören diğerleri konmaya cesaret edemesin. Ben mi acımasız oluyorum Bruce? Sen acımasızsın. Bana bunları düşündürmelerine izin verdiğin için en acımasız olan sensin. Bana biraz daha şarap doldurur musun? Seni seviyorum Bruce. 
Ne düşünüyorum biliyor musun? Birini sevmenin ne kadar zor olduğunu. İnsanlar hayatıma girip çıkıyorlar. Girip çıkıyorlar ve ben hepsini sevmekten yoruldum. O yüzden artık seni seviyorum demiyorum ama seni seviyorum Bruce. Yani gitme vaktin gelmiş. Şarabımı mı getirdin. İnsanlara uşak gibi davranmam çok kaba biliyorsun. Nazik kıçımı kaldırıp kendim alabilirdim ama kim erkeğine biraz sırnaşıklık yapmak istemez ki? Hadi Bruce.
   
Kiss me, and you will see how important I am.

Burası çok sıcak olmadı mı? Zaten çıplak mıyım? Ah bebeğim, insan derisinden bile kurtulamıyorsa kim özgürlüğüne mahkum yaşayabilir? Soy beni ve kaburgalarımın altındaki masumluğu yakala. Onu ele geçirebilirsen sonsuza kadar senin olabilirim. Tabi ki yalan söylüyorum. Sonsuza kadar kendimin bile olamam ben, çok sıkıcı olurdu.Kendini yenilemeyi becerebilmelisin. Duyan duvarlarından kurtul ve bukalemununu besle. Her şey bu kadar kolay. 
Bruce, sigaram bitiyor. Bruce sigaram yine bitiyor. Neden hep bitiyor Bruce neden hiçbir şey hiçbir zaman istediğim kadar sürmüyor? Neden uyandığımda gitmiş olmak zorundasın. Seni seviyorum Bruce biliyorsun bunu. Ama kendimi daha çok seviyorum. O yüzden siktir olup gidebilirsin. Bazen kendimi fazla kaptırıyorum ama önemi yok. Nerde durmam gerektiğini bildiğimde her şey anlamsızlaşıyor. Felsefe yolda olma halidir Bruce ve ben bir durma haliyim. Oysa aklım, o uçma halinde! Gezegenler arası yolculuğun imkansız olduğunu söyleyenlere kıçımla gülmemde yardımcı olur musun? Zaten kıçımı hep sevmişsindir. Karnın acıkmadı mı Bruce? Ben bu saatlerde hep çok acıkıyorum. Sanırım sabaha karşı durmanın da bir bedeli var. Canım kanlısından bir biftek istiyor. Yine mi paramız yok Bruce? Dışarıda her şey hala satın mı alınıyor? Bu düzen hepimizi tek tek öldürüyor. Lanetlenmişiz. Buraya kadarmış Bruce.Ben yatıyorum. 

Is there no way out of the mind?

24 Şubat 2013 Pazar

19 Şubat 2013 Salı

Ovadır

Ovalarıma akbaba indi göçmeyi unutmuşlar
Nehiriymiş suyuymuş çiçek kadar kalıyor
Karınca yollarına dizdiğin bulut adamlar dağılınca
Kuşağına çomak sokuyor adam başlı insiz aslanlar
Kaç sevgili vurunca rahatlarım say bitmez
Kaç uçurumda göz düşürünce kurtulur fısıltıyla ısıran gönlümün aslanları
Düştüğün tüm taşları at çocukluğun patikasında
Hepsi yüceye tırmanmada
  aslan karşı dağın ateşini eritirken

Ağrısıymış yarasıymış öpüş kadar kalıyor
Tırmanmaya zor aklın duvarları yıkmada ipeksi
Kurtuluşun elzem otu fazlaca kaynadığından çözünmüş gözyaşında
Saçlarını tutup toprağa karıyorum
Üstüne basmaya şahit istiyor ; bulmaya ve bulunmaya hasret çınar
kökleri nefes alabilmede toprak üstü saklanışlarıyla
 solucan kardeşiyle çok yağmurlu havalarda

Kardeşim,
Geceler bıyık dondurur benim ovanın dağlarında
geceler aslanların bakışıyla yuğrulur
közünde bir avuç sevişgen kül bırakarak tüketir kendiyle beraber havayı da
Açım
Susuzum
Issızım
Ovalarıma akbaba indi ölmeyi unutmuşlar

Tarladır miltaşı donkişot havadisini duyurmaya çalışır
Gözcüdür, bali koklar çatlamış ellerinden sızan nefesinde saydamlık
Kuştur uçar
Aktır, masum yüklenmiş kanburunda
kimse sordu mu pası geçer mi yokluğun
kabuğunu kaldırsalar kanar mı içinden hallice
dokunmak ister mi gözüne yandığımın aslanları
savaşmak kolay mı gün görmemiş ayazında ovama biriken karların?

Benzemez bağladığım çaputlara, adadığım adaklara bu akbabalar
Benzemez sevda sevdaya, ovaya vurunca aslan pençesi.




16 Şubat 2013 Cumartesi

Kıssa

Selçuklunun avcuna sığmayan
Kervangeçmez şiirlerin gölgesinde
Çocukluğunu görmek

Usluyum.

Taksim

Ölmez zamanın ışık pazarı
Ne yana dönsen başka bir kara parçası;
hissiz sözcüğe perçemli manasız gölge.

Atlantisi aşmanın yükü gözlerindeyken
       dudağında biriktirdiğin yolsuz hançeri sol yanıma sapla
Acının değeri sonsuza gider karanlıksa.

Ülküsüz varlığın kancası bucaksız ya
Noktasal yokluğun köprüsünden atladığımızda tümümüz
Başbaşayken
Coğrafyayı zorla mantıksız doğruların üçgen metafiziğiyle
Umutsuzluk kulağında pahalı bir yordam.

Çiziyorum insanın acizliğini dansımıza
Yüksel!
Ahlak tartışmasız parmak uçlarımızda


27 Ocak 2013 Pazar

Latin Amerika

And'larda hava ince-
ldiği yerden
tutunur
Göze alabilene
sinek kuşu
- Bir saniye!-
olsa yüzü çırpınış

Gösteri filamingosu(it)

Konuş-
ma
boşa.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Kaburga

      Derken yağmur yağmaya başladı. Amman ne yağmur ne yağmur yarabbim! Sular seller yıkadı her yanı, solucanlar kaçıştı, kediler birbirine sokuştu, toprak oldu boğum boğum. Baktım olacak gibi değil, ayaklarım sırılsıklam, elbiselerim üstüme yapışık, saçlarım desen sıçan kuyruğu... Kolundan tuttuğum gibi doğru ağaç altına. Toprağı kazdım: çamur. Derince kazdım. Dünyanın dibini gördüm(Cehennem yer altı değilmiş kandırılmışım. Sartre'ın hakkı olabilir dedim ama o başka bi hikaye.) Çekik gözlü çocuklar baş vermeye başlayınca durdum. Dedim çok olmuş biraz üstünü örttüm. Sonra kaçtım.(Onu orda bıraktım) Bunca ıslanmaya anca soyunmak yakışır dedim, çıplak kaldım. Memelerim üşüdü, yılmadım. Ağzımı açtım, gözümü yumdum su içtim. Midemi yaktı. Ellerim eridi, onunkileri çaldım. Gözlerim düştü, bi koşu okyanusa, bi kovaya doldurup üstüme bocaladım, mavilenmişim. Yapraklar yapış yapış, ayağıma diken battı, çıkarmaya uğraşmadım nasılsa yakındayım. Dedi nerde kaldın, koştum yetiştim. Çukura baktım, o bana bakıyordu, ben ona bakamıyordum. Usturamı çıkardım (Ağaca astıydım) Oracıkta öldürüverdim. Hiç zor olmadı, gık demedi. Kimse duymadı. Zaten yağmurun sesinden allahaşkına. Elleri büyük geliyordu, geri taktım. Gözlerim mavi görüyordu ona bağışladım, kör kaldım. Omuzlarından aşağıya salıverdim. Çok düştü. Hem de ne düşüş amman! Ellerim de yok üstünü nasıl kapamalı? Ağzıma doldurdum toprağı kustum, doldurdum, kustum. Örtündü, örtündü, gerindi, uyur gibi yaptı. Kimi kandırıyor heyhat! Öldürdüm bile onu. Çıktım üstüne, Bismillah tepindim, düzeledim. Kokusu gelmiyor, dedim oldu bu iş. Yağmura seslendim durdu. Güneşe seslendim çıktı. Kurudum,yandım. Eyvah ben ne yandım o gün dostlar ben o gün ne yandım! Ağaç söndü, dallar boşaldı, toprak doydu, solucanlar baş gösterdi, kediler kuyruk dikip bacaklarıma karıştı. Huylandım. Yere yatıp debelendim(tanınmamak için). Pislendim. Karardım. Baktım (gözsüzüm) sokak aynı sokak, ağaç aynı ağaç, ellerim yerinde, memelerim artık üşümüyor. Çimdikleniyorum. Hayat aynı. Üstüm başım pislik içinde, olduğumla kalakaldım.


Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama