20 Nisan 2013 Cumartesi

Mekansal uzlaşmanın zor olduğu alanlarda kayıp sokaklar yaratıp kenarınlarına evler konduran, onlardan birinin içine de beni oturtan bir tanrım var. Bu evi sevdiğim doğru. Sevmiyorum da.Kişiye yoğunlaşıp biriktirilmiş anılarla dolu ve her şeyden önemlisi fazla soluk. Hasta olduğunu düşünüyorum. Nitekim yılın bu kendini bilmez mevsiminde rengini kaybetmiş olmasını anlayışla karşılıyorum, pencereye güneş doğduğunda ve ellerim üşümemeye başladığında mutlu günler oyunumuza devam edebiliriz.
Rahat hissettiğim bir alan yarattım. Back to the past bu sefer, betimleyerek ve detaylandırarak. Evde mi? Güldürme beni. Tabi ki hatıra odalarımdan bahsediyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve hoşçakal! Kıvılcımlanarak büyüyen bir ateşin içinden başlayarak göğe yükseliyorum. Etimin titreşimi yamyamlığı çağrıştırıyor ama kendi kendimi yemek yerine akışına bırakıyorum. Geldiğini belirttiğinde ışık patlaması ve BAM! közlerin ortasına düşüyorum, vücudumun her yanı çıktığı yangından hoşnut. Kurtarılma önerilerini geri çeviriyorum, anlamıyorlar. Bazı şeylerin eksikliğinden bile hoşnut olabilmeyi öğrendim süreç içinde. Var olmayı ve var olanı bilmem baş ağrılarımı azaltıyor.
(-du. Bu arada sen gittin onu sevdin. Cevaplayacak sorum kalmadı ve fırtına okyanustan ödünç aldığı su yığınlarını üzerime boşalttı. Sen yine de hep sev birilerini. Sevince gözlerin derinleşiyor.)
Göz kapaklarıma baskı yapan hissi yorgunken ve yatağıma yakınken çok seviyorum. Günlük yazılarımdan da ne zaman sıkılırım acaba, şiirime ket vuruyorlar. Yarış içinde aklım. Bruce, en iyisi sarılıp sonsuza kadar uyumamız bebeğim. Yatağımıza gidiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder